Cemaatlerin/tarikatlerin devletle ilişkisi nasıl olmalı?
Tehlikeli olan, cemaatlere mensup insanların bu aidiyetleriyle devletin içinde görev almaları değildir. Asıl tehlike, bu mensubiyetin/aidiyetin bir asabiyet öğesi haline gelerek kurumların ele geçirilmeye çalışılmasıdır.
TV111 ekranında her pazartesi izleyicisiyle buluşan Alternatif Bakış programında, araştırmacı-yazar Metin Karabaşoğlu, hukukçu Ömer Faruk Uysal ve Şener Boztaş, 17-25 Aralık sözde yolsuzluk operasyonlarının yıldönümünde süreç boyunca yaşananları ve Türkiye siyasetine etkilerini konuştular.
Boztaş'ın; "Nur talebelerinin bürokrasi içinde duruşu nasıl olmalı?" şeklinde bir sorusu üzerine Karabaşoğlu; burada temel ölçünün, bir asabiyet adına ticaret, siyaset veya memuriyet anlamında bir yapılanma ve orada kendi hiyerarşisine sahip olma noktasında suistimallere girişme tehlikesi olduğuna dikkat çekerek; özelde Nur talebelerinin, genelde ise bütün cemaat/tarikat mensuplarının, devletin kurumlarında elbette kişisel olarak varolabilecek ve görev alabileceklerini, ancak burada gözetilmesi gereken dengenin; 'mensubiyetin' liyakatin önüne geçmesine ve kurumsal hiyerarşinin başka asabiyet hiyerarşilerince devredışı bırakılmasına fırsat vermemek olduğunu sözlerine ekledi.
Bu noktada, gün gelip Türkiye'de dindarların daha rahat siyaset yapabileceği alanlar açıldığında dahi Nur talebelerinin (ve genel anlamda kendisini Kur'an hizmetine adamış dinî tarikat veya cemaat mensuplarının) bir yerleri dindarlık adına ele geçirmeye çalışmalarının yanlış olacağına dikkat çeken Karabaşoğlu; bu ele geçirme tavrının dinî bir gayretin değil, bir asabiyetin yankısı olduğunu ve sonuçlarının dinî hizmetlerin tamamını kötü etkileyeceğini dile getirdi.