İbadet ve tefekkür birbirinden ayrılabilir mi?
"Mesela diyelim ki; bir ressam, sergisine insanları davet ediyor. Bazıları gidiyor, 'Sen çok iyi bir ressamsın!' diyorlar. Bir başkası ise orada ressamın tablolarını inceliyor, hayret ediyor; resminde ressamın ne tür sıfatlarının, özelliklerinin yansıdığını düşünüyor..."
Her salı TV111 ekranlarında izleyicisiyle buluşan Düşünce Okulu programında Mesnevî-i Nuriye'den bir bölüm, müzakereli okumalar eşliğinde İstanbul Düşünce Okulu ekibince masaya yatırılıyor. Bu haftaki bölümde de programcılar Yunus Emre Orhan, Yunus Emre Memmi, Halil Kiracı, Ceylan Morgül ve İsmail Mutlu, Mesnevî-i Nuriye'de geçen;
"İ'lem eyyühe'l-aziz! Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlâhîde teşhir edilen tezyinâta, kemâlâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle ulûhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki, o güzellikleri görsün, o manzaralar arasında tenezzüh etsin, o harika nakışlara, ziynetlere tefekkürle hayran olsun. Sonra o sergiden Sâniinin celâline, Mâlikinin iktidar ve kemâlâtına intikal ile Onun azametine secde-i hayret etsin. Bu vazifeyi ifa edecek, insandır..."
ifadelerinden hareketle insanın kainattaki konumunu; kulun, kainat ve Allah karşısındaki vazifelerini konuştular. Mezkûr metindeki 'sergi' misali üzerinde daha çok düşünmemiz gerektiğini belirten Yunus Emre Orhan; bir resim sergisi, ressam ve serginin ziyaretçileri örneklemesi üzerinden izleyicileri şöyle bir empatik yolculuğa davet etti:
"Mesela diyelim ki; bir ressam, sergisine insanları davet ediyor. Bazıları gidiyor, 'Sen çok iyi bir ressamsın! Sen çok iyi bir ressamsın! Sen çok iyi bir ressamsın!' diyorlar. Sadece bunu yapıyorlar. Bir başkası ise orada ressamın tablolarını inceliyor, hayret ediyor; resminde ressamın ne tür sıfatlarının, özelliklerinin yansıdığını düşünüyor ve bunların hepsini ona atfederek buradan bir tefekkür içerisine giriyor, yorumlar yapıyor. Bir sergi sahibi olarak ressamın nasıl bir durum/duygu içinde olduğunu düşünelim. Buradan bir analoji analoji yaparak, insan, kainattaki vazifesinin hakikaten işin mütefekkirlik, mütehayyirlik boyutu olmadığı takdirde çok eksik kalacağını, 'Ben ne yapıyorum ki, o zaman?' sorusunu içten içe sorması gerektiğini düşünebilir."
İnsanın kainattaki varlığının da ancak tefekkürle, o tefekkürün arkasından gelen esma ve sıfat okumalarıyla anlamlı hale geleceğini belirten Orhan; kulluğun ibadet boyutunun tefekkür boyutundan ayrı düşünülmesinin yanlış olduğunu sözlerine ekledi.