Peygamberlik bitti, peki ya tebliğ?
İslam'ı tebliğ vazifesini omzuna almış her isim, istikametten ayrılmadığı sürece, veraset-i Nübüvvetteki makam-ı tebliğin envarı altına girer.
TV111 ekranlarında izleyicisiyle buluşan, hukukçu Ahmet Özkılınç ve yazar Metin Karabaşoğlu'nun hazırlayıp sunduğu Bediüzzaman'dan Mektup Var programında, her hafta Bediüzzaman'ın bir mektubu, geçmişten günümüze izleri de takip edilerek tefekkürî analizlere tâbi tutuluyor.
Bu hafta da, Barla Lahikası'nda geçen Hulusi (Yahyagil) Bey'e yazılmış bir mektubun analiz edildiği programda, Bediüzzaman'ın, Kur'anî hakikatleri anlatma makamında Hulusi Bey'in hissettiği coşkuyu izah ederken kullandığı:
"Cemaate Sözler'i okumak zamanında, sendeki hissiyât-ı âliye ve fazla inkişaf ve fedakârâne hamiyet-i diniye galeyanının sırrı şudur ki: Velâyet-i kübrâ olan veraset-i Nübüvvetteki makam-ı tebliğin envarı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur'ân saidin vekili, belki mânen aynı hükmüne geçtiğin içindir."
ifadeleri analiz edilirken Özkılınç, bu satırlar altında, aslında Allah Resulünün hayatından ta kıyamete kadar her bir mümini ilgilendiren bir hakikatin saklı olduğunu belirtti.
Bediüzzaman'ın 'makam-ı tebliğ' diyerek altını çizdiği şeyin "Âlimler peygamberlerin varisleridir..." ve "Ümmetimin âlimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidir..." hadislerinde vurgulanan hakikatin ta kendisi olduğuna dikkat çeken Özkılınç; Efendimiz aleyhissalatuvesselamın maddi hayatı son bulsa da nübüvvet/tebliğ hakikatinin ondan sonra ümmeti içinde âlimlerin ve velilerin hayatlarıyla sürmeye devam ettiğini, bu noktada İslam'ı tebliğ etme vazifesini omzuna almış her ismin aslında 'veraset-i Nübüvvetteki makam-ı tebliğin envarı altına girdiğini' ve bu büyük müjdeye layık olmaya çalışması gerektiğini sözlerine ekledi.