Said Nursi'nin 'Elmas Fikirler'i Neden Önemli?

Bediüzzaman neden önemli?

 

Bediüzzaman Said Nursi'nin vefatının 55. yıldönümü nedeniyle TV 111'de yayınlanan Elmas Fikirler (Elfi) programına Doç. Dr. Ahmet Yıldız, Abdurreşit Şahin, Zack Crist, Yunus Emre Orhan ile Ahmet Ay katıldı. Sunuculuğunu Fethi Çağıl'ın yaptığı programda katılımcılar çeşitli konularda tek tek sunum gerçekleştirdi.

 

 

Doç. Dr. Ahmet Yıldız: Ebedî barış ancak İslam'la mümkün!

 

Programda "Ebedi barış ve Bediüzzaman" başlıklı sunumu yapan Doç. Dr. Yıldız, dünya üzerinde ilk kanı Kabil'in döktüğünü hatırlattı. Yıldız, Kabil'in güzel olduğunu düşündüğü bir şeye sahip olmak için bunu yaptığını ifade ederek, "Karun da kendisine verilen muazzam zenginlikleri kendi ilmiyle kazandığını belirtmişti. Dolayısıyla Allah'ı Rab olarak tanıma noktasında bir itirazı vardı. Rab aslında kendisiydi. Nemrut da bir uluhiyet davasına girdiğinde halikiyeti kendisinde nispet etmişti" diye konuştu.

 

Yıldız, insanın sonsuzluğa uzanan ihtiyaçları ve isteklerinin kendisini rab edinerek karşılayabilmesinin mümkün olamayacağını söyledi.

 

Siyasi alanda da benzer düşüncelerin sıralanabileceğini ifade eden Yıldız, "Sadece hazzı arayan, acıdan sakınan ve bunu hayatının gayesi haline getiren, yaptığı eylemin sonucunu da haz odaklı değerlendiren 'rasyonel' bir insan, kudreti sonsuz olan bir zata dayanmadığı zaman, yani onu tanımadığında yeryüzünde barışı nasıl gerçekleştirebilir?" değerlendirmesini yaptı.

 

- "Ebedi barış ancak İslam'da"

 

Yıldız, birbirleriyle sürekli çatışan, sınırlı kaynaklar üzerinde var olmak üzere kurulmuş hayatlarla barışa ulaşmanın mümkün olamayacağını aktararak, şöyle devam etti:

 

"Devletler arasında savaş sona erdi. Artık medeniyetler düzeyinde bir çatışma dönemine girdik. Bu medeniyetleri, 'batı medeniyeti ve onun dışında kalanlar', 'batı ve diğerleri' şeklinde ifade etmiştik. Diğerleri İslam üzerinden kendini ifade ediyordu. Samuel Huntington'a göre İslamın sınırları kanıyordu. Hangi müslüman ülkeye bakarsanız orada savaş vardı, çatışma vardı. Medeniyetler üzerinde barış mümkün değil. 'Allahu Ekber dendiğinde zihnimize kazınan manzara neden barışla hiçbir şekilde ilişkisi kurulamayacak bir manzara' diye düşünmek gerekiyor. İşte burada Bediüzaman yüzyılın başında, aslında medeniyetler düzeyinde de şiddeti ortadan kaldıracak bir değerlendirme yapıyor. Bütün bu değerlendirmelerin tabii ki kökeni insanın Allah ile kurduğu intisap ilişkisidir. Siz İslamiyet'i doğru bir şekilde ortaya koyarsanız Allah da talep edene hidayeti nasip edecektir. Kılıca ihtiyaç yok, elmas kılıçlar yeterli. Dünya barışı dolayısıyla müspet hareket ilkesi üzerinden proaktif olarak Bediüzzaman tarafından gayet net bir şekilde ortaya konmuştur. Ebedi barış ancak İslam'dadır."

 

Abdurreşid Şahin: "Soru olmadan ilim olmaz."

 

Araştırmacı yazar Şahin, sunumunda Bediüzzaman Said Nursi'nin İstanbul'a geldiğinde Şekerci Hanı'ndaki odasına "Burada her soruya cevap verilir, sual sorulmaz" şeklinde levha astırdığını hatırlattı.

 

Şahin, Said Nursi'nin sınır koymadan her soruya cevap verebildiğini belirterek, dünyada ise fazla soru sorulmamasına yönelik bir anlayışın benimsetildiğini kaydetti.

 

Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerini okuyunca kendisinde sürekli soru sorma isteği uyandığını anlatan Şahin, "Bir taraftan 'Sorularla gençlerin imanını çaldılar' tarzında bir söylem. Bir taraftan 'Sormadan öğrenemezsin' diyen bir söylem var. Bunun hangisi doğru? Belki birincisi doğrudur. İman sorularla çalınan bir şey midir, Bediüzzaman ise sürekli soracaksınız diyor. Kim doğru söylüyor. Bu düşünmemiz gereken bir meseledir" değerlendirmesini yaptı.

 

- "Biz soruları bastırmaya çalışıyoruz"

 

Şahin, Said Nursi'nin bazı eserlerin tamamen sorulara verilen cevaplardan oluştuğunu dile getirerek, şöyle devam etti:

 

"Kur'an'da insanların, özellikle dindarların çok kaçtığı, hatta bazı kesimlerin de susturduğu birtakım soruların meleklere sordurulduğunu gördüm. Çok şaşırdım. Mesela dünyamıza çok gelen bir soru var. 'Niye bu zulümler var, niye bu kan var, niye sürekli kan dökülüyor, insan insanı niye öldürüyor?' sorusu, 'Allah niye böyle zalim insanları yaratıyor?' gibi soruları kim soruyor biliyor musunuz? Melekler soruyor. 'Ben insanı yaratacağım' dediği zaman 'Sen dünyada kan dökecek, zulüm yapacak birini mi yaratacaksın?', adeta 'Niçin yaratıyorsun' diye bir soru soruluyor. Kur'an farkına varmadan bir şey söylüyor. Biz soruları bastırmaya çalışıyoruz, susturmaya çalışıyoruz, örtmeye çalışıyoruz. Kur'an ise bize açıkça, meleklerin dilinden üstelik, hani başka bir kafir sorsa deriz ki 'Böyle sorular sorar'.  Ama meleklere sordurtuluyor."

 

Şahin sunumunun son bölümünde Risale-i Nur'daki hakikatleri daha iyi anlamak isteyenlere de seslenerek, akıllarında kalan soruları daha çok ifade etmeleri gerektiğini kaydetti.

 

 

Yunus Emre Orhan: "Çatışmalar ancak Kur'an'la çözülür!"

 

Yunus Emre Orhan da sunumunda toplumlar ve bireyler arasındaki var olan çatışmaların Kur'ani bir bakış açısıyla çözülebileceğini söyledi. Orhan, Bediüzzaman Said Nursi'nin Türkiye'nin ilk "çatışma çözüm teorisyeni" olduğunu belirterek, "İhlas ve Uhuvet risalelerini bu perspektiften okumaya tabi tuttuğumda kaynağını Kur'an'dan alan ve ondan istimdat ederek, bu çatışmalara son vermek isteyen Said Nursi'nin yardım dilediği ayetleri bu tablo içine koyarak, bu model içinde değerlendirerek, yeniden yorumlamak istedim" diye konuştu.

 

Orhan, Kur'an-ı Kerim'de "Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez", "İhtilafa düşmeyin, sonra kuvvetiniz elden gider", "Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlere gelince Allah iyilik yapanları ve iyi kullukta bulunanları sever" ayetleri ile  “Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat-i mukaleme etmeyecek" şeklindeki Hadis-i Şerifin varlığını hatırlattı.

 

Kur'an-ı Kerim'de 'insanlar arasında çatışma olmaz' diye bir ifadenin bulunmadığına işaret eden Orhan, "İnsanlar çatışabilirler, farklı fikirler çatışabilir. Ama Kur'an-ı Kerim bizleri çatışmayı devam ettirmemeye çağrıyor. Çatışmayı devam ettirmenin insani olmadığı bize vurgulanıyor" dedi.

 

 

Ahmet Ay: "İnsan kendini ihtiyaçtan uzak gördüğü anda çizgiden kaymaya başlıyor"

 

Araştırmacı Yazar Ay ise müminlerin genelinin aczini tefekkür ederken "Parmağımı bile ben kıpırdatamıyorum. Tamam işte bir mikrop bile beni öldürebilir" ya da  "o kadar güçsüzüm. Şurada duran bile ben değilim, Allah beni durduruyor" şeklinde düşüncelere sahip olduğunu ifade etti.

 

Bu tür düşüncenin de yanlış olmadığına dikkati çeken Ay,  şöyle devam etti:

 

"Ama bu bana hep şu hissi doğurdu. Sanki bir eşik var ve onu bir türlü atlayamıyorum. Evet, daha acizim. Onları da ben yapmıyorum. Tamam ama bunun bende bir ahlak oluşturması lazım. Ben bir şeye dönüşmem lazım. O eşiği sanki hiç aşamıyordum. Hep bunu düşünüyordum. Sonra bir Ayet ve Hadis-i Şerif bende uyanışa vesile oldu. Alak Suresi 6. ve 7. ayetleri 'Şüphesiz ki insan azgınlaşır ve kendisini ihtiyaçtan uzak görünce' diyor. Demek ki kendini ihtiyaçtan uzak görme insan için bir sapma, sapmaların başlangıcıdır. İnsan kendini ihtiyaçtan uzak gördüğü anda çizgiden kaymaya başlıyor. Ayet-i Kerim'e bize bunu söylüyor. İkinci Hadis-i Şerif ise 'Veren el alan elden üstündür, hayırlıdır'. Şimdi bu hadisi, zekat veya sadaka ile ilgili düşünüyoruz ama bence bu ayet doğrudan varlığa bakış. İnsan kendini veren el olarak gördüğü her yerde bir üstünlük iddiasındadır. Bence bu hadisin verdiği derste budur."

 

Ahmet Ay, sunumunda Cenab-ı Hakk'ın Kur'an-ı Kerim'de "kainata alan el olarak" bakmayı emrettiğini dile getirerek, Risale-i Nur'da da benzer ifadelere yer verildiğini belirtti. Ay, "Mesela namazla ya da ibadetlerle ilgili yerleri düşünelim. 'Cenab-ı Hakkın ibadetlere neden ihtiyacı var, neden bunu bizden istiyor?' dediğimizde Bediüzzaman, 'Cenab-ı Hakkın ihtiyacı yok. Senin ihtiyacın var. Çünkü sen manen hastasın. Bu ibadetler o hastalıklarına tedavi hükmündedir' diyor" değerlendirmesinde bulundu.

 

 

Crist: "Dikkat edin, bizim kıblemizi biz seçmiyoruz"

 

TV111 programcılarından Crist,  Batı dünyası tarafından belli standartların belirlendiğini ve Müslümanların bunları sorgulamadan kabul ettiğini sunumunda örnek vererek anlattı. Crist, bir kavramı anlamak için standartlara ihtiyaç olduğuna işaret ederek, "Çünkü nazarımız ve bakışımız sınırlıdır. Sadece kendi nazarımızla hadiseye bakabiliriz" dedi.

 

İngilizce'deki "peace" kelimesinin Türkçe'de barış anlamına geldiğini ifade eden Crist, "Arapça'da kıble ve kabul kelimleri de aynı kökten geliyor. Kabul edilmiş bir manayı kullanarak ancak bir şeyi anlayabiliriz. O zaman hangi kıbleye kendimizi yönelttik? Soruyorum. Çünkü biz seçmezsek biri haberinizde olmaksızın sizin için seçecek. Dikkat edin, bizim kıblemizi biz seçmiyoruz" şeklinde konuştu.

Tüm Haberler

Tümü için tıklayın...