Sözler

Sözler, İkinci Maksat, 749. sayfadasınız.

Yalnız teşahhusât-ı itibariyede fark var. Fakat o itibarî teşahhuslar, her vakit tecelliyâtı tazelenmekte olan şuûnât-ı esmâ-i İlâhiyenin maânîlerini ifade için, şu bahardakiler ayrı teşahhusatla onların yerine geldiler.
Dördüncüsü: Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdut sair uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münasip şeyleri yetiştirmek için, şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün destgâhında ve tarlasında, Hakîm-i Zülcelâl, zerrâtı tahrik edip kâinatı seyyale ve mevcudatı seyyare ederek, şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı mâneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor.
Beşincisi: Nihayetsiz kemâlât-ı İlâhiyeyi, hadsiz celevât-ı cemâliyeyi ve gayetsiz tecelliyât-ı celâliyeyi ve gayr-ı mütenâhi tesbihat-ı Rabbâniyeyi şu dar ve mahdut zeminde ve mütenâhi ve az bir zamanda göstermek için, zerrâtı kemâl-i hikmetle, kudretiyle tahrik edip, kemâl-i intizamla tavzif ederek, mütenâhi bir zamanda, mahdut bir zeminde, gayr-ı mütenâhi tesbihat yaptırıyor, gayr-ı mahdut tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye ve kemâliyesini gösteriyor, çok hakaik-i gaybiye ve çok semerât-ı uhreviye ve fânilerin bâki olan hüviyet ve suretlerinden pek çok nukuş-u misaliye ve çok mânidar nüsuc-u levhiyeyi icad ediyor. Demek, zerreyi tahrik eden, şu makàsıd-ı azîmeyi, şu hikem-i cesîmeyi gösteren bir Zâttır. Yoksa, herbir zerrede güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.

Yalnız teşahhusât-ı itibariyede fark var. Fakat o itibarî teşahhuslar, her vakit tecelliyâtı tazelenmekte olan şuûnât-ı esmâ-i İlâhiyenin maânîlerini ifade için, şu bahardakiler ayrı teşahhusatla onların yerine geldiler. Dördüncüsü: Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdut sair uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münasip şeyleri yetiştirmek için, şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün destgâhında ve tarlasında, Hakîm-i Zülcelâl, zerrâtı tahrik edip kâinatı seyyale ve mevcudatı seyyare ederek, şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı mâneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor. Beşincisi: Nihayetsiz kemâlât-ı İlâhiyeyi, hadsiz celevât-ı cemâliyeyi ve gayetsiz tecelliyât-ı celâliyeyi ve gayr-ı mütenâhi tesbihat-ı Rabbâniyeyi şu dar ve mahdut zeminde ve mütenâhi ve az bir zamanda göstermek için, zerrâtı kemâl-i hikmetle, kudretiyle tahrik edip, kemâl-i intizamla tavzif ederek, mütenâhi bir zamanda, mahdut bir zeminde, gayr-ı mütenâhi tesbihat yaptırıyor, gayr-ı mahdut tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye ve kemâliyesini gösteriyor, çok hakaik-i gaybiye ve çok semerât-ı uhreviye ve fânilerin bâki olan hüviyet ve suretlerinden pek çok nukuş-u misaliye ve çok mânidar nüsuc-u levhiyeyi icad ediyor. Demek, zerreyi tahrik eden, şu makàsıd-ı azîmeyi, şu hikem-i cesîmeyi gösteren bir Zâttır. Yoksa, herbir zerrede güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.