Elcevap: Eğer insan yalnız câmid bir vücut olsaydı veyahut yalnız mideden ibaret nebatî bir mahlûk olsaydı veyahut yalnız mukayyet, ağır ve muvakkat ve basit bir zât-ı cismaniye ve bir cism-i hayvanîden ibaret olsaydı, öyle çok kasırlara, çok hurilere lâyık ve mâlik olmazdı. Fakat insan öyle câmi' bir mu'cize-i kudrettir ki, hattâ şu dünya-yı fânide, şu kısa bir ömürde, şu inkişaf etmemiş bazı letâifinin ihtiyacı cihetiyle, bütün dünyanın saltanatı, serveti ve lezâizi verilse, belki hırsı tok olmayacaktır. Halbuki, ebedî bir dâr-ı saadette, nihayetsiz istidada mâlik, nihayetsiz ihtiyaçlar lisanıyla, nihayetsiz arzular eliyle, nihayetsiz bir rahmetin kapısını çalan bir insan, elbette ehâdiste beyan olunan ihsânât-ı İlâhiyeye mazhariyeti makuldür ve haktır ve hakikattir. Ve şu hakikat-i ulviyeye bir temsil dürbünüyle rasat edeceğiz. Şöyle ki:
Bu dere bahçesi gibi,Haşiye şu Barla bağ ve bahçelerinin herbirinin ayrı ayrı mâliki bulunduğu halde, Barla'da gıdası itibarıyla ancak bir avuç yeme mâlik olan herbir kuş, herbir serçe, herbir arı, "Bütün Barla'nın bağ ve bostanları benim nüzhetgâhım ve seyrangâhımdır" diyebilir. Barla'yı zaptedip daire-i mülküne dahil eder. Başkalarının iştiraki onun bu hükmünü bozmaz.
Hem insan olan bir insan diyebilir ki: "Benim Hâlıkım, bu dünyayı bana hane yapmış. Güneş benim bir lâmbamdır; yıldızlar benim elektriklerimdir; yeryüzü çiçekli miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir" der, Allah'a şükreder. Sair mahlûkatın iştiraki, onun bu hükmünü nakzetmez. Bilâkis, mahlûkat onun hanesini tezyin eder, hanenin müzeyyenâtı hükmünde kalırlar.
Acaba, bu daracık dünyada, insan, insaniyet itibarıyla, hattâ bir kuş dahi, böyle bir daire-i azîmede bir nevi tasarruf dâvâ etse, cesîm bir nimete mazhar olsa, geniş ve ebedî bir dâr-ı saadette, ona beş yüz senelik bir mesafede bir mülk ihsan etmek nasıl istib'âd edilebilir?
Elcevap: Eğer insan yalnız câmid bir vücut olsaydı veyahut yalnız mideden ibaret nebatî bir mahlûk olsaydı veyahut yalnız mukayyet, ağır ve muvakkat ve basit bir zât-ı cismaniye ve bir cism-i hayvanîden ibaret olsaydı, öyle çok kasırlara, çok hurilere lâyık ve mâlik olmazdı. Fakat insan öyle câmi' bir mu'cize-i kudrettir ki, hattâ şu dünya-yı fânide, şu kısa bir ömürde, şu inkişaf etmemiş bazı letâifinin ihtiyacı cihetiyle, bütün dünyanın saltanatı, serveti ve lezâizi verilse, belki hırsı tok olmayacaktır. Halbuki, ebedî bir dâr-ı saadette, nihayetsiz istidada mâlik, nihayetsiz ihtiyaçlar lisanıyla, nihayetsiz arzular eliyle, nihayetsiz bir rahmetin kapısını çalan bir insan, elbette ehâdiste beyan olunan ihsânât-ı İlâhiyeye mazhariyeti makuldür ve haktır ve hakikattir. Ve şu hakikat-i ulviyeye bir temsil dürbünüyle rasat edeceğiz. Şöyle ki:
Bu dere bahçesi gibi,Haşiye şu Barla bağ ve bahçelerinin herbirinin ayrı ayrı mâliki bulunduğu halde, Barla'da gıdası itibarıyla ancak bir avuç yeme mâlik olan herbir kuş, herbir serçe, herbir arı, "Bütün Barla'nın bağ ve bostanları benim nüzhetgâhım ve seyrangâhımdır" diyebilir. Barla'yı zaptedip daire-i mülküne dahil eder. Başkalarının iştiraki onun bu hükmünü bozmaz.
Hem insan olan bir insan diyebilir ki: "Benim Hâlıkım, bu dünyayı bana hane yapmış. Güneş benim bir lâmbamdır; yıldızlar benim elektriklerimdir; yeryüzü çiçekli miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir" der, Allah'a şükreder. Sair mahlûkatın iştiraki, onun bu hükmünü nakzetmez. Bilâkis, mahlûkat onun hanesini tezyin eder, hanenin müzeyyenâtı hükmünde kalırlar.
Acaba, bu daracık dünyada, insan, insaniyet itibarıyla, hattâ bir kuş dahi, böyle bir daire-i azîmede bir nevi tasarruf dâvâ etse, cesîm bir nimete mazhar olsa, geniş ve ebedî bir dâr-ı saadette, ona beş yüz senelik bir mesafede bir mülk ihsan etmek nasıl istib'âd edilebilir?