derecâtını ve tekellümât-ı Nebeviyenin aksâmını bilmek lâzım. Avâm içinde müşkülât-ı hadîsiyeyi münakaşa etmek, izhar-ı fazl suretinde, avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enaniyetini hakka ve insafa tercih etmek suretinde deliller aramak caiz değildir.
Madem şu mesele açılmış, medar-ı münakaşa edilmiş, biçare avâm-ı nasın zihninde sû-i tesir ediyor. Çünkü şu gibi müteşabih hadîsleri aklına sığıştıramadığı için, eğer inkâr etse, dehşetli bir kapı açar; yani küçücük aklına sığışmayan kat'î hadîsleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadîsin mânâsını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalâletin itirâzâtına ve "Hurafattır" demelerine yol açar. Madem bu müteşabih hadîse, lüzumsuz ve zararlı bir tarzda nazar-ı dikkat celb edilmiş ve bu çeşit hadîsler çok varid olmuş. Elbette şüpheleri izale edecek bir hakikati beyan etmek lâzım gelir. Şu hadîs kat'î olsun veya olmasın, o hakikati zikretmek gerektir.
İşte, yazdığımız risalelerde, ezcümle Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında On İki Asıl ile, ve Dördüncü Dalında, ve On Dokuzuncu Mektubun vahyin taksimâtına dair mukaddimesindeki bir esasında tafsilâta iktifâen, burada icmâlen o hakikate bir işaret ederiz. Şöyle ki:
Melâike, insan gibi bir surete inhisar etmez; müşahhas iken, bir küllî hükmündedir. Hazret-i Azrail aleyhisselâm, kabz-ı ervâha müekkel olan melâikelerin nâzırıdır.
Her ölünün ruhunu Hazret-i Azrail aleyhisselâm mı bizzat kabzediyor? Yoksa aveneleri mi kabzediyorlar?
Bu hususta üç meslek var:
Birinci meslek: Azrail aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe
derecâtını ve tekellümât-ı Nebeviyenin aksâmını bilmek lâzım. Avâm içinde müşkülât-ı hadîsiyeyi münakaşa etmek, izhar-ı fazl suretinde, avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enaniyetini hakka ve insafa tercih etmek suretinde deliller aramak caiz değildir.
Madem şu mesele açılmış, medar-ı münakaşa edilmiş, biçare avâm-ı nasın zihninde sû-i tesir ediyor. Çünkü şu gibi müteşabih hadîsleri aklına sığıştıramadığı için, eğer inkâr etse, dehşetli bir kapı açar; yani küçücük aklına sığışmayan kat'î hadîsleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadîsin mânâsını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalâletin itirâzâtına ve "Hurafattır" demelerine yol açar. Madem bu müteşabih hadîse, lüzumsuz ve zararlı bir tarzda nazar-ı dikkat celb edilmiş ve bu çeşit hadîsler çok varid olmuş. Elbette şüpheleri izale edecek bir hakikati beyan etmek lâzım gelir. Şu hadîs kat'î olsun veya olmasın, o hakikati zikretmek gerektir.
İşte, yazdığımız risalelerde, ezcümle Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında On İki Asıl ile, ve Dördüncü Dalında, ve On Dokuzuncu Mektubun vahyin taksimâtına dair mukaddimesindeki bir esasında tafsilâta iktifâen, burada icmâlen o hakikate bir işaret ederiz. Şöyle ki:
Melâike, insan gibi bir surete inhisar etmez; müşahhas iken, bir küllî hükmündedir. Hazret-i Azrail aleyhisselâm, kabz-ı ervâha müekkel olan melâikelerin nâzırıdır.
Her ölünün ruhunu Hazret-i Azrail aleyhisselâm mı bizzat kabzediyor? Yoksa aveneleri mi kabzediyorlar?
Bu hususta üç meslek var:
Birinci meslek: Azrail aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe