Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Risale-i Nur'dan Parlak Fıkralar ve Bir Kısım Güzel Mektuplar, 29. sayfadasınız.

tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlânâ'nın (k.s.) mânen tasarrufu, câ-yı kabul göremedi. Şâh-ı Nakşibend (k.s.) ile İmam-ı Rabbânî'nin (k.s.) ruhaniyetleri Bağdat'a gelip Şâh-ı Geylânî'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki, "Mevlânâ Hâlid (k.s.) senin evlâdındır, kabul et." Şâh-ı Geylânî (k.s.), onların iltimaslarını kabul ederek Mevlânâ Hâlid'i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlânâ Hâlid (k.s.) birden parlamış. Bu vakıa, ehl-i keşifçe vâki ve meşhud olmuştur. O hâdise-i ruhaniyeyi, o zaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüyayla görmüşler. (Üstadımın sözü burada tamam oldu.)
İkinci fark şudur ki: Üstadım kendi şahsiyetini merciiyetten azlediyor. Yalnız Risale-i Nur'u merci gösteriyor. Hazret-i Mevlânâ'nın şahsiyeti ise, kutbü'l-irşad, merciü'l-hâs ve'l-âmm olmuştur.
Üçüncü fark: Hazret-i Mevlânâ, zü'ecnihadır. Fakat, zamanın muktezasıyla—sünnet-i seniyeye çok kuvvet vermekle beraber ilm-i tarikatı esas tutmak cihetiyle—tarikatı daha ziyade tutmuş. O noktada sarf-ı himmet etmiş. Üstadım ise, şu dehşetli zamanın muktezâsıyla ilm-i hakikati ve hakaik-i imaniye cihetini iltizam ederek, tarikata üçüncü derecede bakmışlar.
Elhasıl: Baştaki hadis-i şerifin "Her yüz sene başında dîni tecdid edecek bir müceddid gönderiyor" va'd-i İlâhisine binaen, Hazret-i Mevlânâ Hâlid, ekser ehl-i hakikatça, 1200 senesinin, yani on ikinci asrın müceddididir. Madem tam yüz sene sonra, aynen dört cihette tevafuk ederek Risale-i Nur eczaları aynı vazifeyi görmüş. Kanaat verir ki—nass-ı hadisle—Risale-i Nur tecdid-i din hususunda bir müceddid hükmündedir.
Benim Üstadım daima diyor ki: "Ben bir neferim, fakat müşir hizmetini

tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlânâ'nın (k.s.) mânen tasarrufu, câ-yı kabul göremedi. Şâh-ı Nakşibend (k.s.) ile İmam-ı Rabbânî'nin (k.s.) ruhaniyetleri Bağdat'a gelip Şâh-ı Geylânî'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki, "Mevlânâ Hâlid (k.s.) senin evlâdındır, kabul et." Şâh-ı Geylânî (k.s.), onların iltimaslarını kabul ederek Mevlânâ Hâlid'i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlânâ Hâlid (k.s.) birden parlamış. Bu vakıa, ehl-i keşifçe vâki ve meşhud olmuştur. O hâdise-i ruhaniyeyi, o zaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüyayla görmüşler. (Üstadımın sözü burada tamam oldu.) İkinci fark şudur ki: Üstadım kendi şahsiyetini merciiyetten azlediyor. Yalnız Risale-i Nur'u merci gösteriyor. Hazret-i Mevlânâ'nın şahsiyeti ise, kutbü'l-irşad, merciü'l-hâs ve'l-âmm olmuştur. Üçüncü fark: Hazret-i Mevlânâ, zü'ecnihadır. Fakat, zamanın muktezasıyla—sünnet-i seniyeye çok kuvvet vermekle beraber ilm-i tarikatı esas tutmak cihetiyle—tarikatı daha ziyade tutmuş. O noktada sarf-ı himmet etmiş. Üstadım ise, şu dehşetli zamanın muktezâsıyla ilm-i hakikati ve hakaik-i imaniye cihetini iltizam ederek, tarikata üçüncü derecede bakmışlar. Elhasıl: Baştaki hadis-i şerifin "Her yüz sene başında dîni tecdid edecek bir müceddid gönderiyor" va'd-i İlâhisine binaen, Hazret-i Mevlânâ Hâlid, ekser ehl-i hakikatça, 1200 senesinin, yani on ikinci asrın müceddididir. Madem tam yüz sene sonra, aynen dört cihette tevafuk ederek Risale-i Nur eczaları aynı vazifeyi görmüş. Kanaat verir ki—nass-ı hadisle—Risale-i Nur tecdid-i din hususunda bir müceddid hükmündedir. Benim Üstadım daima diyor ki: "Ben bir neferim, fakat müşir hizmetini