Birden ihtar edildi ki: O tevafuk altında çok ehemmiyetli meseleler vardır. Hem madem tevafukta bir inâyet-i hâssa ve iltifat-ı Rahmanî Risaletü'n-Nur'a karşı tezahür etmiş, o iltifata karşı hiss-i şükran ve memnuniyet ve müteşekkirâne sevinç ne kadar ifratkârâne de olsa israf olamaz. Bu ihtar mücmelini iki cihetle izah edeceğim.
Birincisi: Herşeyde—ne kadar cüz'î olsa da—bir kast ve iradenin cilvesi bulunmasıdır; tesadüf, hakikî olarak bulunmamasıdır. Evet, kesretin en dağınık ve en ziyade tesadüfe verilen kelimattaki hurufatın vaziyetleridir. Hususan kitabette, madem hiç münasebeti olmayan ve ihtiyar-ı beşer karışmayan hurufatın vaziyetlerinde bir tenasüp, bir nizam bulunuyor; elbette bir irade-i gaybiye tahtında vaziyetler veriliyor.
Hiç birşey daire-i ilim ve kudretinden hariç olmadığı gibi, daire-i irade ve meşietinden dahi hariç değildir ki, böyle cüz'î ve dağınık şeylerde dahi bir tenasüp gözetiliyor ve tanzim ediliyor. Ve o tanzim içinde irade-i âmme cilvesinden, bir inâyet-i hassa suretinde, Risaletü'n-Nur'a bir imtiyaz nev'inden hususî bir teveccüh görülmüş. Ben, bu derin meseleyi tam görmek için İşârâtü'l-İ'câz'ın tevafukatına dikkat ettim ve kat'î bir kanaatle o sırrı bildim ve hissettim.
İkincisi: Nasıl ki çok mübarek ve kudsî, büyük bir zât, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümit edilmediği bir tarzda, iltifatkârane, bir kapta, bazı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse, elbette o bîçare adam, o pek büyük zâta karşı hediyesinin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan o hediyeyle gösterilen iltifata karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat etse de makbuldür. Ve o çok mübarek zâtın hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hattâ o hediye içindeki cevizlerin kabuklarını da teberrük diye ekmek gibi yese ve başına koysa, israf olmadığı gibi; Risaletü'n-Nur yüzünde irade-i âmmede, inâyet-i hâssa iltifatı, tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş.
Birden ihtar edildi ki: O tevafuk altında çok ehemmiyetli meseleler vardır. Hem madem tevafukta bir inâyet-i hâssa ve iltifat-ı Rahmanî Risaletü'n-Nur'a karşı tezahür etmiş, o iltifata karşı hiss-i şükran ve memnuniyet ve müteşekkirâne sevinç ne kadar ifratkârâne de olsa israf olamaz. Bu ihtar mücmelini iki cihetle izah edeceğim.
Birincisi: Herşeyde—ne kadar cüz'î olsa da—bir kast ve iradenin cilvesi bulunmasıdır; tesadüf, hakikî olarak bulunmamasıdır. Evet, kesretin en dağınık ve en ziyade tesadüfe verilen kelimattaki hurufatın vaziyetleridir. Hususan kitabette, madem hiç münasebeti olmayan ve ihtiyar-ı beşer karışmayan hurufatın vaziyetlerinde bir tenasüp, bir nizam bulunuyor; elbette bir irade-i gaybiye tahtında vaziyetler veriliyor.
Hiç birşey daire-i ilim ve kudretinden hariç olmadığı gibi, daire-i irade ve meşietinden dahi hariç değildir ki, böyle cüz'î ve dağınık şeylerde dahi bir tenasüp gözetiliyor ve tanzim ediliyor. Ve o tanzim içinde irade-i âmme cilvesinden, bir inâyet-i hassa suretinde, Risaletü'n-Nur'a bir imtiyaz nev'inden hususî bir teveccüh görülmüş. Ben, bu derin meseleyi tam görmek için İşârâtü'l-İ'câz'ın tevafukatına dikkat ettim ve kat'î bir kanaatle o sırrı bildim ve hissettim.
İkincisi: Nasıl ki çok mübarek ve kudsî, büyük bir zât, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümit edilmediği bir tarzda, iltifatkârane, bir kapta, bazı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse, elbette o bîçare adam, o pek büyük zâta karşı hediyesinin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan o hediyeyle gösterilen iltifata karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat etse de makbuldür. Ve o çok mübarek zâtın hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hattâ o hediye içindeki cevizlerin kabuklarını da teberrük diye ekmek gibi yese ve başına koysa, israf olmadığı gibi; Risaletü'n-Nur yüzünde irade-i âmmede, inâyet-i hâssa iltifatı, tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş.