Hem de,
وَلاَ يُرَوِّعْكِ اِيمَاضُ الْقَتِيرِ بِهِ * فَاِنَّ ذَاكَ اِبْتِسَامُ الَّرأْىِ وَاْلاَدَبِ
Yani, "Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni korkutmasın. Zira nur-u mütecessim gibi dimağdan erimiş sakaldan mecrâ bulup kendini gösteren fikir ve edebin tebessümüdür."
Hem de,
وَعَيْنُكَ قَدْ نَامَتْ بِلَيْلِ شَبِيبَةٍ * فَلَمْ تَنْتَبِهْ اِلاَّ بِصُبْحِ مَشِيبٍ
Yani, "Gece gibi gençlikte gözün nevm-i gaflette dalmış, ancak subh-misal olan sakalın beyazıyla uyanabildi."
Hem de,
وَكَأَنَّمَا لَطَمَ الصَّبَاحُ جَبِينَهُ * فَاقْتَصَّ مِنْهُ وَخَاضَ فِى اَحْشَۤائِهِ
Yani, "Ciriti istemek yolunda, sabah, atımın yüzüne yed-i beyzâsıyla bir tokat vurdu. Atım dahi kısasını almak için tayyar olan subha erişti, yere vurdu, içinde dört ayağıyla gezindi. Demek atım çal'dır."
Hem de,
كَأَنَّ قَلْبِى وُشَاحَاهَا اِذَا خَطَرَتْ * وَقَلْبَهَا قُلْبُهَا فِى الصَّمْتِ وَالْخَرَسِ
Yani, "Kalbim mâşukumun kemeri gibi hareket ve hışhış etmekte; onun kalbi ise onun bileziği gibi sükûn ve sükûttadır. Demek beli ince, bileği kalın olduğu gibi, kalbim müştak, onun kalbi müstağnîdir. Demek, hüsün ve aşkı ve istiğnayı ve iştiyakı bir taşla vurmuştur."
Hem de,
وَاَلْقٰى بِصَحْرَۤاءِ الْغَبِيطِ بَعَاعَهُ * نُزُولَ الْيَمَانِىِّ ذِى الْعِيَابِ الْمُحَمَّلِ
Yani, "Tâcir-i Yemenî gibi yağmurdan gelen sel, yüklerini, eskallerini gabît sahrâsına attı. Nasıl ki bir tüccar akşamda bir köye gelse, gecede köylüler rengârenk eşyalarını satın alsalar; sabahleyin herkes bir renkle süslenmiş olduğu halde evinden çıkıyor. Hattâ köyün çobanı dahi kırmızı bir mendili bağlıyor. Öyle de, sel sahrâya yükünü attığı gibi, ticaret-i hafiyeye benzer imtizâcât-ı kimyeviyeyle çiçeklerin nazeninlerine güya rengârenk elbise alınır, dikilir. Hattâ
Hem de,
وَلاَ يُرَوِّعْكِ اِيمَاضُ الْقَتِيرِ بِهِ * فَاِنَّ ذَاكَ اِبْتِسَامُ الَّرأْىِ وَاْلاَدَبِ
Yani, "Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni korkutmasın. Zira nur-u mütecessim gibi dimağdan erimiş sakaldan mecrâ bulup kendini gösteren fikir ve edebin tebessümüdür."
Hem de,
وَعَيْنُكَ قَدْ نَامَتْ بِلَيْلِ شَبِيبَةٍ * فَلَمْ تَنْتَبِهْ اِلاَّ بِصُبْحِ مَشِيبٍ
Yani, "Gece gibi gençlikte gözün nevm-i gaflette dalmış, ancak subh-misal olan sakalın beyazıyla uyanabildi."
Hem de,
وَكَأَنَّمَا لَطَمَ الصَّبَاحُ جَبِينَهُ * فَاقْتَصَّ مِنْهُ وَخَاضَ فِى اَحْشَۤائِهِ
Yani, "Ciriti istemek yolunda, sabah, atımın yüzüne yed-i beyzâsıyla bir tokat vurdu. Atım dahi kısasını almak için tayyar olan subha erişti, yere vurdu, içinde dört ayağıyla gezindi. Demek atım çal'dır."
Hem de,
كَأَنَّ قَلْبِى وُشَاحَاهَا اِذَا خَطَرَتْ * وَقَلْبَهَا قُلْبُهَا فِى الصَّمْتِ وَالْخَرَسِ
Yani, "Kalbim mâşukumun kemeri gibi hareket ve hışhış etmekte; onun kalbi ise onun bileziği gibi sükûn ve sükûttadır. Demek beli ince, bileği kalın olduğu gibi, kalbim müştak, onun kalbi müstağnîdir. Demek, hüsün ve aşkı ve istiğnayı ve iştiyakı bir taşla vurmuştur."
Hem de,
وَاَلْقٰى بِصَحْرَۤاءِ الْغَبِيطِ بَعَاعَهُ * نُزُولَ الْيَمَانِىِّ ذِى الْعِيَابِ الْمُحَمَّلِ
Yani, "Tâcir-i Yemenî gibi yağmurdan gelen sel, yüklerini, eskallerini gabît sahrâsına attı. Nasıl ki bir tüccar akşamda bir köye gelse, gecede köylüler rengârenk eşyalarını satın alsalar; sabahleyin herkes bir renkle süslenmiş olduğu halde evinden çıkıyor. Hattâ köyün çobanı dahi kırmızı bir mendili bağlıyor. Öyle de, sel sahrâya yükünü attığı gibi, ticaret-i hafiyeye benzer imtizâcât-ı kimyeviyeyle çiçeklerin nazeninlerine güya rengârenk elbise alınır, dikilir. Hattâ