Zat-ı Zülcelâlin kudretine mahsus olduğundan, bütün o hadsiz اَلْمُبَارَكَاتُ لِلّٰهِ 'ları Cenâb-ı Hakka huzuru ile hediye ediyor.
Sonra, herkesin hususî dünyasındaki "hava" unsuru dahi bir hüve kadar, herbir avuç havadaki herbir zerre, mazhar oldukları santrallık, âhize ve nâkılelik vazifeleri içinde bütün duaları ve salavatları ve ricaları ve ibadetleri ifade eden اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ cümlesini lisan-ı halleriyle dedikleri için, hava unsuru küllî bir lisan olarak o hadsiz kelimatlarını katrilyonlar, belki kentrilyonlar adedince söyleyerek Sânilerine, Hâlıklarına takdim ettiklerinden, onların namlarına o küllî mânâ ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Cenâb-ı Hakka اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ diye takdim etmiştir. Yani, "Bütün dualar ve ihtiyaçtan gelen ricalar ve nimetten çıkan şükürler ve ibadetler ve namazlar, Hâlık-ı Külli Şeye mahsustur."
Çünkü Hüve Nüktesinin haşiyesinde denildiği gibi, ya, hüve kadar bir avuç havanın herbir zerresi, umum dilleri bilecek ve söyleyenlerin yerlerini görecek ve yakın uzak herşeyi işitecek ve her şiveyi ve her harfin tarzını tam bilecek ve çok işleri beraber, şaşırmadan görecek bir kudret-i mutlaka ve irade-i tâmmeye mâlik olacak. Bu ise hava zerreleri adedince muhal olmasından, elbette ve elbette şüphesiz ve kat'î bir zaruretle, o zerrelerin herbiri, Sâni-i Hakîmi bütün sıfâtıyla gösterip şehadet eder. Âdeta küçük bir mikyasta, âlemin büyük şehadeti kadar şehadetleri vardır.
Demek zerrat-ı havaiye adedince salâvatları ifade eden, Mirac-ı Ahmedîde Aleyhissalâtü Vesselâm اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ denilmiştir.
Sonra اَلطَّيِّبَاتُ kelime-i tayyibe söylendiği vakit, birden "nar" ile "nur" unsuru, yani hararetli ve hararetsiz maddî ve mânevî nur unsuru bir küllî dil olarak,
Zat-ı Zülcelâlin kudretine mahsus olduğundan, bütün o hadsiz اَلْمُبَارَكَاتُ لِلّٰهِ 'ları Cenâb-ı Hakka huzuru ile hediye ediyor.
Sonra, herkesin hususî dünyasındaki "hava" unsuru dahi bir hüve kadar, herbir avuç havadaki herbir zerre, mazhar oldukları santrallık, âhize ve nâkılelik vazifeleri içinde bütün duaları ve salavatları ve ricaları ve ibadetleri ifade eden اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ cümlesini lisan-ı halleriyle dedikleri için, hava unsuru küllî bir lisan olarak o hadsiz kelimatlarını katrilyonlar, belki kentrilyonlar adedince söyleyerek Sânilerine, Hâlıklarına takdim ettiklerinden, onların namlarına o küllî mânâ ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Cenâb-ı Hakka اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ diye takdim etmiştir. Yani, "Bütün dualar ve ihtiyaçtan gelen ricalar ve nimetten çıkan şükürler ve ibadetler ve namazlar, Hâlık-ı Külli Şeye mahsustur."
Çünkü Hüve Nüktesinin haşiyesinde denildiği gibi, ya, hüve kadar bir avuç havanın herbir zerresi, umum dilleri bilecek ve söyleyenlerin yerlerini görecek ve yakın uzak herşeyi işitecek ve her şiveyi ve her harfin tarzını tam bilecek ve çok işleri beraber, şaşırmadan görecek bir kudret-i mutlaka ve irade-i tâmmeye mâlik olacak. Bu ise hava zerreleri adedince muhal olmasından, elbette ve elbette şüphesiz ve kat'î bir zaruretle, o zerrelerin herbiri, Sâni-i Hakîmi bütün sıfâtıyla gösterip şehadet eder. Âdeta küçük bir mikyasta, âlemin büyük şehadeti kadar şehadetleri vardır.
Demek zerrat-ı havaiye adedince salâvatları ifade eden, Mirac-ı Ahmedîde Aleyhissalâtü Vesselâm اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ denilmiştir.
Sonra اَلطَّيِّبَاتُ kelime-i tayyibe söylendiği vakit, birden "nar" ile "nur" unsuru, yani hararetli ve hararetsiz maddî ve mânevî nur unsuru bir küllî dil olarak,