esasla gidildiğini; nüzul gibi hastalıklar ise, o iki esasın hassasını verdiğini; o iki esasın birisi; râbıta-i mevt, yani, dünyanın fâni olduğunu bildiği gibi kendinin de fani ve vazifedar bir misafir olduğunu gösterir. İkincisi: Nefs-i emmarenin ve kör hissiyatın tehlikelerinden kurtulmak için, bir kısım ehl-i iman çilelerle nefs-i emmareyi öldürdüklerinden, hayat-ı ebediyelerini bu suretle kazandıklarını ve nüzul gibi hastalıklarda aynı o hassa bulunduğundan, o hastalık onun için gayet ucuz düştüğünü ispat edip gösterir.
Yirmi Üçüncü Devâ:.... 349
Hastalık, gurbette ve kimsesizlikte bulunduğu zaman, o kimsesizliği cihetiyle, kendine en câni kalblerin dahi rikkatini celbettiğini ve Kur'ân'ın bütün sûrelerinin başlarında "Errahmanirrahim" sıfatıyla kendini bize takdim eden Allah, bir lem'a-i şefkatiyle, umum yavruların yardımına validelerini koşturduğunu ve her baharda, bir cilve-i rahmeti ile nimetlerini bize gönderdiğini ve o nimetlere nail olmak, iman ve intisabla ve onu tanımakla olduğunu ve o gurbet ve kimsesizlikteki hastalık ise, Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametini celbettireceğini, ehemmiyetli haber verir.
Yirmi Dördüncü Devâ:.... 350
Mâsum çocuklara ve mâsum gibi ihtiyar hastalara bakan ve hizmet edenlerin hakkında uhrevi büyük bir ticaret olduğunu ve o nazik çocukların hastalıkları, ileride hayat-ı dünyanın dağdağalarına tahammül için birer şırınga-i Rabbaniye olduğunu ve o şırıngalardan gelen sevap ve ücret, onlara bakanların ve bilhassa validelerinin defter-i âmâline yazıldığını ve bu hakikatın ehl-i hakikatca meşhud olduğunu ve bilhassa ihtiyar peder ve valide ve akraba gibi ihtiyarların dualarını almak, âhiretin saadetine medar olduğunu ve onlara bakanların da, ileride kendi evlâdlarından aynı vaziyeti göreceğini ve bakmadıkları cihetle, neticede azab-ı uhrevi olduğu gibi, dünyaca da çok felâketlere maruz kaldıkları ve kalacakları vukuat ile sabit olduğunu ve akrabası olmazsa bile, yine onlara bakmak İslâmiyetin iktizasından olduğunu gayet kat'i ispat eder.
Yirmi Beşinci Devâ:.... 351
Bütün hastalıkların gayet nâfi ve mânevî bir devâsı ve hakiki ve kudsi bir tiryakı ise, imanın inkişafı olduğunu; tevbe ve istiğfar ve namaz ve ubudiyet ile, o tiryak-ı kudsi olan iman ve imandan gelen ilâcın istimal edilmesi lâzım olduğunu; ehl-i gafletin zeval ve firak darbeleriyle yaralanan mânevî büyük dünyalarının tedavisi, kudsi bir tiryak olan imanın şifa vermesiyle yaralardan kurtulacaklarını ve o iman ilâcının tesiri ise ferâizi yapmak ile olduğunu ve sefahet ve hevesat-ı nefsaniye ve lehviyat-ı gayr-ı meşrûa, o tiryakın tesirini menettiğini göze gösterip, gayet kat'i bir surette izah ve ispat eder.
Hafız Mustafa (r.h.)
YİRMİ ALTINCI LEM'A:.... 354
esasla gidildiğini; nüzul gibi hastalıklar ise, o iki esasın hassasını verdiğini; o iki esasın birisi; râbıta-i mevt, yani, dünyanın fâni olduğunu bildiği gibi kendinin de fani ve vazifedar bir misafir olduğunu gösterir. İkincisi: Nefs-i emmarenin ve kör hissiyatın tehlikelerinden kurtulmak için, bir kısım ehl-i iman çilelerle nefs-i emmareyi öldürdüklerinden, hayat-ı ebediyelerini bu suretle kazandıklarını ve nüzul gibi hastalıklarda aynı o hassa bulunduğundan, o hastalık onun için gayet ucuz düştüğünü ispat edip gösterir.
Yirmi Üçüncü Devâ:.... 349
Hastalık, gurbette ve kimsesizlikte bulunduğu zaman, o kimsesizliği cihetiyle, kendine en câni kalblerin dahi rikkatini celbettiğini ve Kur'ân'ın bütün sûrelerinin başlarında "Errahmanirrahim" sıfatıyla kendini bize takdim eden Allah, bir lem'a-i şefkatiyle, umum yavruların yardımına validelerini koşturduğunu ve her baharda, bir cilve-i rahmeti ile nimetlerini bize gönderdiğini ve o nimetlere nail olmak, iman ve intisabla ve onu tanımakla olduğunu ve o gurbet ve kimsesizlikteki hastalık ise, Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametini celbettireceğini, ehemmiyetli haber verir.
Yirmi Dördüncü Devâ:.... 350
Mâsum çocuklara ve mâsum gibi ihtiyar hastalara bakan ve hizmet edenlerin hakkında uhrevi büyük bir ticaret olduğunu ve o nazik çocukların hastalıkları, ileride hayat-ı dünyanın dağdağalarına tahammül için birer şırınga-i Rabbaniye olduğunu ve o şırıngalardan gelen sevap ve ücret, onlara bakanların ve bilhassa validelerinin defter-i âmâline yazıldığını ve bu hakikatın ehl-i hakikatca meşhud olduğunu ve bilhassa ihtiyar peder ve valide ve akraba gibi ihtiyarların dualarını almak, âhiretin saadetine medar olduğunu ve onlara bakanların da, ileride kendi evlâdlarından aynı vaziyeti göreceğini ve bakmadıkları cihetle, neticede azab-ı uhrevi olduğu gibi, dünyaca da çok felâketlere maruz kaldıkları ve kalacakları vukuat ile sabit olduğunu ve akrabası olmazsa bile, yine onlara bakmak İslâmiyetin iktizasından olduğunu gayet kat'i ispat eder.
Yirmi Beşinci Devâ:.... 351
Bütün hastalıkların gayet nâfi ve mânevî bir devâsı ve hakiki ve kudsi bir tiryakı ise, imanın inkişafı olduğunu; tevbe ve istiğfar ve namaz ve ubudiyet ile, o tiryak-ı kudsi olan iman ve imandan gelen ilâcın istimal edilmesi lâzım olduğunu; ehl-i gafletin zeval ve firak darbeleriyle yaralanan mânevî büyük dünyalarının tedavisi, kudsi bir tiryak olan imanın şifa vermesiyle yaralardan kurtulacaklarını ve o iman ilâcının tesiri ise ferâizi yapmak ile olduğunu ve sefahet ve hevesat-ı nefsaniye ve lehviyat-ı gayr-ı meşrûa, o tiryakın tesirini menettiğini göze gösterip, gayet kat'i bir surette izah ve ispat eder.
Hafız Mustafa (r.h.)
YİRMİ ALTINCI LEM'A:.... 354