On Sekizinci Devâ:.... 344
İnsan şükrü bırakıp şekvâya gitmeye ve bir hakkının zayi olmasından şikâyete hiç hakkı olmadığını; çünkü senin üstünde Cenâb-ı Hakkın çok nimetleri olmak cihetiyle, onların şükür hakkını ifa etmediğinden dolayı Cenâb-ı Hakka karşı bir haksızlık ettiğini; hem, sen sıhhat noktasında kendinden aşağıdaki biçarelere bakmak lâzım olduğunu, yani, bir parmağın, bir elin, bir gözün yoksa, iki parmağı, iki eli, iki gözü olmayanlara bakmak lâzım olduğunu; çünkü, sen hiçlikten vücuda gelip, taş, ağaç ve hayvan olmayıp insan olup İslâm nimetini ve sıhhat ve afiyet görüp yüksek bir dereceye nail olduğun halde, bazı ârızalarla ve kendi sû-i ihtiyarınla ve sû-i istimalinle elinden kaçırdığın ve elin yetişmediği nimetlerden şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek bir küfran-ı nimet olduğunu gösterir bir devâdır.
On Dokuzuncu Devâ:.... 345
Cemil-i Zülcelâl'in bütün isimleri, "Esma-i Hüsna" tabir-i Samedanisiyle güzel olduklarını ve mevcudat içinde en lâtif, en câmi' âyine-i Samediyet de hayat olduğunu ve güzelin aynası güzel olduğunu ve güzelliklerini gösteren güzelleşeceğini ve o aynaya da o güzelden ne gelse, güzel olduğunu ve hayat daima sıhhat ve afiyet ve yeknesak gitse, nâkıs bir ayna olacağını ve hastalıklı bir uzvun etrafında, Sâni-i Hakim sair azaları o uzva muavenetdarane teveccüh ettirip, nakışlarını ve vazifelerini göstermek için o hastalığı misafireten gönderip, vazifesi bittikten sonra yerini yine afiyete bırakıp gittiğini ispat eder.
Yirminci Devâ:.... 347
Hastalık iki kısım olup; bir kısmı hakiki, bir kısmı vehmi olduğunu; hakiki kısmına Şâfi-i Zülcelâl Küre-i Arz eczahane-i kübrasında her derde devâ istif ettiğini; ve o devâlar ise, dertleri istediğinden, onları istimal etmek meşru olduğunu, fakat devânın tesirinin Cenâb-ı Haktan bilmek lâzım olduğunu; vehmi hastalığa ehemmiyet verilmeyeceği, ehemmiyet verildikçe fazlalaşacağını, ehemmiyet verilmezse hafif geçeceğini güzel bir temsil ile ispat eder.
Yirmi Birinci Devâ:.... 348
Hastalıkta maddi bir elem olup, o elemi izale edecek mânevî bir lezzet ihata ettiğini ve zâhiren peder ve valide ve akrabaların şefkatları, onun etrafında hastalık cazibesiyle, ona karşı muhabbetdarane baktığından o elem çok ucuz düştüğünü; maddi ve mânevî çok yardımcıları bulunduğundan, şikâyet değil, şükretmek lâzım olduğunu ispat eder.
Yirmi İkinci Devâ:.... 348
Nüzul gibi ağır hastalıklar mü'min için pek mübarek sayıldığını ve ehl-i velâyetce mübarekiyeti meşhud olduğunu ve Cenâb-ı Hakka vasıl olmak için iki
On Sekizinci Devâ:.... 344
İnsan şükrü bırakıp şekvâya gitmeye ve bir hakkının zayi olmasından şikâyete hiç hakkı olmadığını; çünkü senin üstünde Cenâb-ı Hakkın çok nimetleri olmak cihetiyle, onların şükür hakkını ifa etmediğinden dolayı Cenâb-ı Hakka karşı bir haksızlık ettiğini; hem, sen sıhhat noktasında kendinden aşağıdaki biçarelere bakmak lâzım olduğunu, yani, bir parmağın, bir elin, bir gözün yoksa, iki parmağı, iki eli, iki gözü olmayanlara bakmak lâzım olduğunu; çünkü, sen hiçlikten vücuda gelip, taş, ağaç ve hayvan olmayıp insan olup İslâm nimetini ve sıhhat ve afiyet görüp yüksek bir dereceye nail olduğun halde, bazı ârızalarla ve kendi sû-i ihtiyarınla ve sû-i istimalinle elinden kaçırdığın ve elin yetişmediği nimetlerden şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek bir küfran-ı nimet olduğunu gösterir bir devâdır.
On Dokuzuncu Devâ:.... 345
Cemil-i Zülcelâl'in bütün isimleri, "Esma-i Hüsna" tabir-i Samedanisiyle güzel olduklarını ve mevcudat içinde en lâtif, en câmi' âyine-i Samediyet de hayat olduğunu ve güzelin aynası güzel olduğunu ve güzelliklerini gösteren güzelleşeceğini ve o aynaya da o güzelden ne gelse, güzel olduğunu ve hayat daima sıhhat ve afiyet ve yeknesak gitse, nâkıs bir ayna olacağını ve hastalıklı bir uzvun etrafında, Sâni-i Hakim sair azaları o uzva muavenetdarane teveccüh ettirip, nakışlarını ve vazifelerini göstermek için o hastalığı misafireten gönderip, vazifesi bittikten sonra yerini yine afiyete bırakıp gittiğini ispat eder.
Yirminci Devâ:.... 347
Hastalık iki kısım olup; bir kısmı hakiki, bir kısmı vehmi olduğunu; hakiki kısmına Şâfi-i Zülcelâl Küre-i Arz eczahane-i kübrasında her derde devâ istif ettiğini; ve o devâlar ise, dertleri istediğinden, onları istimal etmek meşru olduğunu, fakat devânın tesirinin Cenâb-ı Haktan bilmek lâzım olduğunu; vehmi hastalığa ehemmiyet verilmeyeceği, ehemmiyet verildikçe fazlalaşacağını, ehemmiyet verilmezse hafif geçeceğini güzel bir temsil ile ispat eder.
Yirmi Birinci Devâ:.... 348
Hastalıkta maddi bir elem olup, o elemi izale edecek mânevî bir lezzet ihata ettiğini ve zâhiren peder ve valide ve akrabaların şefkatları, onun etrafında hastalık cazibesiyle, ona karşı muhabbetdarane baktığından o elem çok ucuz düştüğünü; maddi ve mânevî çok yardımcıları bulunduğundan, şikâyet değil, şükretmek lâzım olduğunu ispat eder.
Yirmi İkinci Devâ:.... 348
Nüzul gibi ağır hastalıklar mü'min için pek mübarek sayıldığını ve ehl-i velâyetce mübarekiyeti meşhud olduğunu ve Cenâb-ı Hakka vasıl olmak için iki