Meselâ, eline gümüş beyazlığında, billûr berraklığında şişeler aldın ve onları altın yaldızla tezyin ettin, sonra mücevheratla nakış nakış işledin, sonra onları (lamba gibi) nurlandırdın. Elbette onlarda tabakât-ı hüsün ve envâ-ı ziyneti müşahede edersin. Aynen öyle de, bu âyetlerin her birindeki maksad-ı aslîden temsilî üslûp canibindeki muhtelif makamlara doğru işaretler akar, remizler uzanır. Sanki asl-ı maksat, muhtelif mertebelerin üzerinden geçmekle, onların her birinden bir renk ve bir hisse alır. Hattâ o kelimeler, birer cevâmiü'l-kelim, belki cem'ü'l-cevâmi' olurlar.
* * *
Belâgat Hakkında Bir Fasıl ve Bir Mukkadime
İ'lem eyyühe'l-aziz! Mütekellim, mânâyı ifade ettikten sonra delil vasıtasıyla aklı ikna ettiği gibi; temsilin suretleri vasıtasıyla da vicdana birçok hissiyatı ilkâ eder. Kalpteki meyli veya nefreti tahrik ederek onu kabule müheyya eder. Demek kelâm-ı beliğ, akıl ve vicdanın beraberce istifade ettiği kelâmdır. Akla nüfuz ettiği gibi, vicdana da takattur eder.
Evet, bu iki vechin kefili, temsildir. Çünkü temsil, kıyası tazammun eder. Ve "mümesselün bih"te mündemiç olan kanun, "mümessel"in aynasında inikas ettiği için söz müdellel bir dava gibi olur. Halkının rahatı için belâlara göğüs geren reisler hakkında söylenen şu söz gibi: "Yüce dağ, kar ve buz meşakkatine tahammül eder; bu sayede onun altında nice vadiler yeşerir."
Hem, temsilin esası teşbihtir. Teşbihin şe'ni nefret veya rağbet veya meyelân veya kerahiyet veya hayret veya heybet hislerini tahrik etmesidir. Binaenaleyh,
Meselâ, eline gümüş beyazlığında, billûr berraklığında şişeler aldın ve onları altın yaldızla tezyin ettin, sonra mücevheratla nakış nakış işledin, sonra onları (lamba gibi) nurlandırdın. Elbette onlarda tabakât-ı hüsün ve envâ-ı ziyneti müşahede edersin. Aynen öyle de, bu âyetlerin her birindeki maksad-ı aslîden temsilî üslûp canibindeki muhtelif makamlara doğru işaretler akar, remizler uzanır. Sanki asl-ı maksat, muhtelif mertebelerin üzerinden geçmekle, onların her birinden bir renk ve bir hisse alır. Hattâ o kelimeler, birer cevâmiü'l-kelim, belki cem'ü'l-cevâmi' olurlar.
* * *
Belâgat Hakkında Bir Fasıl ve Bir Mukkadime
İ'lem eyyühe'l-aziz! Mütekellim, mânâyı ifade ettikten sonra delil vasıtasıyla aklı ikna ettiği gibi; temsilin suretleri vasıtasıyla da vicdana birçok hissiyatı ilkâ eder. Kalpteki meyli veya nefreti tahrik ederek onu kabule müheyya eder. Demek kelâm-ı beliğ, akıl ve vicdanın beraberce istifade ettiği kelâmdır. Akla nüfuz ettiği gibi, vicdana da takattur eder.
Evet, bu iki vechin kefili, temsildir. Çünkü temsil, kıyası tazammun eder. Ve "mümesselün bih"te mündemiç olan kanun, "mümessel"in aynasında inikas ettiği için söz müdellel bir dava gibi olur. Halkının rahatı için belâlara göğüs geren reisler hakkında söylenen şu söz gibi: "Yüce dağ, kar ve buz meşakkatine tahammül eder; bu sayede onun altında nice vadiler yeşerir."
Hem, temsilin esası teşbihtir. Teşbihin şe'ni nefret veya rağbet veya meyelân veya kerahiyet veya hayret veya heybet hislerini tahrik etmesidir. Binaenaleyh,