nevvî lemaat ile Nakkaş-ı Ezeli ve Ebedi'yi akıl ve kalbe gösterir. Aklın gözünü açtırır. Kemal-i intibahla Sani-i Zülcelâl ve Fatır-ı Zülkemâl'e baktırır.
İkinci fasıl: Bütün masnuatın ve cemi-i mahlûkatın ve umum mevcudatın tarifat ve tavsifat ve tesbih ve senasıyla, cemi-i zihayatın tahiyyat ve cemi-i evrak-ı mühtezze-i zâkirenin tahmidatıyla, Cenâb-ı Rab, izzet-i zikir ve bu delalet vechile ibadete, zikir ve şükre, abdin ne kadar muhtaç, ne kadar müstehak olduğunu, Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan ve tarz-ı uslûb-u Nebiyy-i Zişan (a.s.m.) ile telkin ve tavsiye eden bir define-i hikmet ve hazine-i Rahmettir.
Üçüncü fasıl: Şeriksiz, vezirsiz, şebihsiz ve nazirsiz Sultan-ı Ezeli ve Ebedi olan Bari-i Teâla ve Tekaddes Hazretlerinin, herbiri ayrı birer burhan-ı Vahdaniyyet olan Esma ve sıfat-ı İlâhiyyesinin tecelliyat-ı mesrudesiyle ve berahin-i mahkeme ve mersunesiyle, ehl-i dalalet ve kervan-ı tabiat ve hammal-ı belahet ve kafile-i hamâkatla, Firavunane ihtiyar ve Nemrudane iltizam, Haccacane ictisar etmekte oldukları enva-ı şirki def' ve red ederek Allah-ı Zülcelâl'in takdis ve tenzih ve müstehak olduğu tesbih ve tâzim ve temcidin vücubunu talim ve tarif eder.
İKİNCİ BAB:.... 487
Dokuz Noktadır.
Birinci Nokta: Cihat-ı sitteye ârız olan zulmet, ye's ve füturu izale eder. Şöyle ki: Sağ cihet mazidir. Dalâlet gözüyle bakılsa mezar-ı ekber görünür. Halbuki sırr-ı iman ile zulmet zayi olur. Münevver bir meclise inkılap eder. Sol taraf ki, müstakbeldir. Sureten muzlim ve muvahhiştir. Kabre nazırdır. Nur-u iman ile ziyafet-i Rahmaniyye'nin güzergâhı olan cinan-ı müzeyyeneye intikal eder. Üst taraf ki; Âlem-i semavattır. Felsefe nazarında tevahhuş ve tedehhüşü mucib iken; nur-u iman ile insana karşı güleryüzlü, teravetli, halavetli nevvar lem'alarla şefaatbahş ruhaniler ve nuranîler makamı, dest-i teavünü uzatan feriştehler makarrıdır. Alt taraf ki; zemindir? Bu dahi felsefe-i dalle indinde vahşet verir. Zira bütün mahlûkat ve bilhassa insan hemcinslerinin zahiren zeminde çürümekte olduğunu hisseder. Nur-u iman ile bakılırsa enva-ı lezaiz ve mat'umatla memlu ve mücehhez zîruha musahhar çok mühim bir sefine-i İlahiyye olduğunu; hem beray-ı seyahat o gemiye gelen nev-i beşeri ve cins-i hayvanı alıp gezdirip baki bir menzile garimet için teshir edilmiş bir konak mahalli olduğu fehm edilir. Karşı tarafına cephedir. Ehl-i gaflet nazarında umum zihayatın süratle gidip kaybolduğu idam-ı ebedi kuyusudur. Fakat nimet-i iman yâr olursa o makam idam-ı ebedi değil, dâr-ı fenadan dâr-ı bekaya intikal ve mahall-i zahmet ve meşakkatten mahall-i rahmet ve rahata terfi ve mekân-ı hizmetten makam-ı ahz-ı ücrete terakki mahalli olduğu zahir olur. Arka taraf ki, ehl-i gafleti şaşırtır. Nereden gelip nereye gideceğini düşündükçe tahayyürde kalır. Lakin nur-u iman inkişaf ettikçe Sultan-ı Ezeli'nin me'mur muvazzafları, alamet-i farika ile, dâr-ı imtihandan ahz-ı ücret dârına gitmek içinhazır olma mahalli, içtima yeri, bekleme salonu olduğunu derk ederek ehl-i gaflet ve dalaletin efkar-ı batılasını altı cihetle red ve nur-u imanı tecellî ve inkişaf ettirir.
nevvî lemaat ile Nakkaş-ı Ezeli ve Ebedi'yi akıl ve kalbe gösterir. Aklın gözünü açtırır. Kemal-i intibahla Sani-i Zülcelâl ve Fatır-ı Zülkemâl'e baktırır.
İkinci fasıl: Bütün masnuatın ve cemi-i mahlûkatın ve umum mevcudatın tarifat ve tavsifat ve tesbih ve senasıyla, cemi-i zihayatın tahiyyat ve cemi-i evrak-ı mühtezze-i zâkirenin tahmidatıyla, Cenâb-ı Rab, izzet-i zikir ve bu delalet vechile ibadete, zikir ve şükre, abdin ne kadar muhtaç, ne kadar müstehak olduğunu, Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan ve tarz-ı uslûb-u Nebiyy-i Zişan (a.s.m.) ile telkin ve tavsiye eden bir define-i hikmet ve hazine-i Rahmettir.
Üçüncü fasıl: Şeriksiz, vezirsiz, şebihsiz ve nazirsiz Sultan-ı Ezeli ve Ebedi olan Bari-i Teâla ve Tekaddes Hazretlerinin, herbiri ayrı birer burhan-ı Vahdaniyyet olan Esma ve sıfat-ı İlâhiyyesinin tecelliyat-ı mesrudesiyle ve berahin-i mahkeme ve mersunesiyle, ehl-i dalalet ve kervan-ı tabiat ve hammal-ı belahet ve kafile-i hamâkatla, Firavunane ihtiyar ve Nemrudane iltizam, Haccacane ictisar etmekte oldukları enva-ı şirki def' ve red ederek Allah-ı Zülcelâl'in takdis ve tenzih ve müstehak olduğu tesbih ve tâzim ve temcidin vücubunu talim ve tarif eder.
İKİNCİ BAB:.... 487
Dokuz Noktadır.
Birinci Nokta: Cihat-ı sitteye ârız olan zulmet, ye's ve füturu izale eder. Şöyle ki: Sağ cihet mazidir. Dalâlet gözüyle bakılsa mezar-ı ekber görünür. Halbuki sırr-ı iman ile zulmet zayi olur. Münevver bir meclise inkılap eder. Sol taraf ki, müstakbeldir. Sureten muzlim ve muvahhiştir. Kabre nazırdır. Nur-u iman ile ziyafet-i Rahmaniyye'nin güzergâhı olan cinan-ı müzeyyeneye intikal eder. Üst taraf ki; Âlem-i semavattır. Felsefe nazarında tevahhuş ve tedehhüşü mucib iken; nur-u iman ile insana karşı güleryüzlü, teravetli, halavetli nevvar lem'alarla şefaatbahş ruhaniler ve nuranîler makamı, dest-i teavünü uzatan feriştehler makarrıdır. Alt taraf ki; zemindir? Bu dahi felsefe-i dalle indinde vahşet verir. Zira bütün mahlûkat ve bilhassa insan hemcinslerinin zahiren zeminde çürümekte olduğunu hisseder. Nur-u iman ile bakılırsa enva-ı lezaiz ve mat'umatla memlu ve mücehhez zîruha musahhar çok mühim bir sefine-i İlahiyye olduğunu; hem beray-ı seyahat o gemiye gelen nev-i beşeri ve cins-i hayvanı alıp gezdirip baki bir menzile garimet için teshir edilmiş bir konak mahalli olduğu fehm edilir. Karşı tarafına cephedir. Ehl-i gaflet nazarında umum zihayatın süratle gidip kaybolduğu idam-ı ebedi kuyusudur. Fakat nimet-i iman yâr olursa o makam idam-ı ebedi değil, dâr-ı fenadan dâr-ı bekaya intikal ve mahall-i zahmet ve meşakkatten mahall-i rahmet ve rahata terfi ve mekân-ı hizmetten makam-ı ahz-ı ücrete terakki mahalli olduğu zahir olur. Arka taraf ki, ehl-i gafleti şaşırtır. Nereden gelip nereye gideceğini düşündükçe tahayyürde kalır. Lakin nur-u iman inkişaf ettikçe Sultan-ı Ezeli'nin me'mur muvazzafları, alamet-i farika ile, dâr-ı imtihandan ahz-ı ücret dârına gitmek içinhazır olma mahalli, içtima yeri, bekleme salonu olduğunu derk ederek ehl-i gaflet ve dalaletin efkar-ı batılasını altı cihetle red ve nur-u imanı tecellî ve inkişaf ettirir.