arzu ve temayül gösterip baki bir Zâta mal ve saadet-i ebediyyeye namzed olmak, hem ister istemez er-geç başa gelecek bir vakıadan ürkmek ve müteessir olmak faydasız olduğunu ve insaniyete lâyık olmadığını ihtar, hem zihayatın mevt ve zevali birçok vücudları meyve verip arkaya bırakır. Sonra menziline gider. Binaenaleyh zahiren fani iken çok cihetlerle bakî kalacağını te'min ile nev-i beşeri hem mevte râzı eder, hem habl-ı İlâhiye ilme'l-yakîn ile rabteder.
Dördüncü Nükte: Zîşuura, Allah kâfidir. Fani şeylere lüzum yoktur. Zira insana yoktan vücud şeklini giydiren, insan suretini takan, göz, kulak gibi kıymettar hasseleri ihsan eden, cisimde iki mühim uzuv olan lisan ve cenanı derceden, bütün cihazat, hayat ve mâneviyat ve letâifi; tecelliyat-ı esma-i İlâhiyesiyle cemil rahmetiyle, kerim re'fetiyle, azim kudretiyle, latif hikmetiyle ihsan eden o Hâlık, Kerim ve Rahmanürrahim'dir. Binaenaleyh herşeyden kat-ı nazarla "ancak Rabbim bana kâfidir" demeye saik ve mefhumu herşeye lâyık ve her an ahkâmıyla amel etmeye muvafık, lâhûtî bir nükte-i mühimmedir.
Beşinci Nükte: Zîşuur, hâlen ve kâlen ve müteşekkiren حَسْبُنَا اللهُ demek mecburiyetindedir. Çünkü, ademden vücuda getirip hayat nimetiyle mütene'im ettiği gibi, enva-ı hayvanat meydanında, efdal olarak insan yaratan ve insanlar içinde iman sıfatıyla müşerref kılan ve Resûl-i Zîşanına (a.s.m.) ümmet olmayı müyesser eden ve kendi mahluku olan bahtiyar vücudu iman ve Kur'ân yolunda çalıştıran, hem muti ve münkad olanlara cennet gibi nazirsiz bir mükâfat veren Cenâb-ı Hannan-ı Mennan'ın kabza-i ebvab-ı Rahmetine sarılmanın lüzumu vücubunu hakkıyla gösterir, kıymettar bir nüktedir.
ALTINCI BAB:.... 546
لاَحَوْلَ وَلاَقُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ 1 Kelime-i kudsiyesinin füyuzatına otuz bir vecihten ilcaat-ı zaruriyeden muhtasar bir vechinin fehmedebildiği cümleleri, ya İlâhi! Nihayetsiz fakrım, aczim, zerreden zayıf ihtiyarım ve iktidarım, dakika gibi ömrüm, kısa şuurum, kâsır hayatım, gayet haris ve âfil kalbimi, istinatsız fırtına-i seyelanım seri bir surette, acz ve zaafımla iktidar ve ihtiyarımdan feragat ve teberri ediyorum. Ve senin havl ve kuvvetine sığınıp iltica ediyorum.
Beni gaflet ve dalâlette bırakma. Acz ve fakrıma rahmet eyle. Kalbim müteellim, ömrüm zayi oldu. Sabrım yok, fikrim madum. Sen, Âlimü's-sır ve'l-hafiyyatsın, Allamü'l-Guyub'sun, Gaffarü'z-Zünubsun. İhvanımla ma'an gumum ve hümumumu sürur ve hubura tebdil eyle. Usrumu yusra tahvil eyle, gibi beşerin fıtraten Hâlık-ı Kerim ve Rabb-ı Rahim'ine ne derece muhtaç olduğuna bir nümune olup, sair otuz vecihle tazarruat ve niyazatın bilkıyas anlaşılacağı aşikâr olup şu bab-ı sâdisin ihsanı vâsi bir hazine-i Rahmet olduğu muhtac-ı izah değildir.
arzu ve temayül gösterip baki bir Zâta mal ve saadet-i ebediyyeye namzed olmak, hem ister istemez er-geç başa gelecek bir vakıadan ürkmek ve müteessir olmak faydasız olduğunu ve insaniyete lâyık olmadığını ihtar, hem zihayatın mevt ve zevali birçok vücudları meyve verip arkaya bırakır. Sonra menziline gider. Binaenaleyh zahiren fani iken çok cihetlerle bakî kalacağını te'min ile nev-i beşeri hem mevte râzı eder, hem habl-ı İlâhiye ilme'l-yakîn ile rabteder.
Dördüncü Nükte: Zîşuura, Allah kâfidir. Fani şeylere lüzum yoktur. Zira insana yoktan vücud şeklini giydiren, insan suretini takan, göz, kulak gibi kıymettar hasseleri ihsan eden, cisimde iki mühim uzuv olan lisan ve cenanı derceden, bütün cihazat, hayat ve mâneviyat ve letâifi; tecelliyat-ı esma-i İlâhiyesiyle cemil rahmetiyle, kerim re'fetiyle, azim kudretiyle, latif hikmetiyle ihsan eden o Hâlık, Kerim ve Rahmanürrahim'dir. Binaenaleyh herşeyden kat-ı nazarla "ancak Rabbim bana kâfidir" demeye saik ve mefhumu herşeye lâyık ve her an ahkâmıyla amel etmeye muvafık, lâhûtî bir nükte-i mühimmedir.
Beşinci Nükte: Zîşuur, hâlen ve kâlen ve müteşekkiren حَسْبُنَا اللهُ demek mecburiyetindedir. Çünkü, ademden vücuda getirip hayat nimetiyle mütene'im ettiği gibi, enva-ı hayvanat meydanında, efdal olarak insan yaratan ve insanlar içinde iman sıfatıyla müşerref kılan ve Resûl-i Zîşanına (a.s.m.) ümmet olmayı müyesser eden ve kendi mahluku olan bahtiyar vücudu iman ve Kur'ân yolunda çalıştıran, hem muti ve münkad olanlara cennet gibi nazirsiz bir mükâfat veren Cenâb-ı Hannan-ı Mennan'ın kabza-i ebvab-ı Rahmetine sarılmanın lüzumu vücubunu hakkıyla gösterir, kıymettar bir nüktedir.
ALTINCI BAB:.... 546
لاَحَوْلَ وَلاَقُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ 1 Kelime-i kudsiyesinin füyuzatına otuz bir vecihten ilcaat-ı zaruriyeden muhtasar bir vechinin fehmedebildiği cümleleri, ya İlâhi! Nihayetsiz fakrım, aczim, zerreden zayıf ihtiyarım ve iktidarım, dakika gibi ömrüm, kısa şuurum, kâsır hayatım, gayet haris ve âfil kalbimi, istinatsız fırtına-i seyelanım seri bir surette, acz ve zaafımla iktidar ve ihtiyarımdan feragat ve teberri ediyorum. Ve senin havl ve kuvvetine sığınıp iltica ediyorum.
Beni gaflet ve dalâlette bırakma. Acz ve fakrıma rahmet eyle. Kalbim müteellim, ömrüm zayi oldu. Sabrım yok, fikrim madum. Sen, Âlimü's-sır ve'l-hafiyyatsın, Allamü'l-Guyub'sun, Gaffarü'z-Zünubsun. İhvanımla ma'an gumum ve hümumumu sürur ve hubura tebdil eyle. Usrumu yusra tahvil eyle, gibi beşerin fıtraten Hâlık-ı Kerim ve Rabb-ı Rahim'ine ne derece muhtaç olduğuna bir nümune olup, sair otuz vecihle tazarruat ve niyazatın bilkıyas anlaşılacağı aşikâr olup şu bab-ı sâdisin ihsanı vâsi bir hazine-i Rahmet olduğu muhtac-ı izah değildir.