keyfiyat ve ahvalinde binler silsilelerin uçları وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ اْلاَمْرُ كُلُّهُ 1 işaretiyle sırr-ı Kayyûmiyete bağlı bulunduğunu iş'âr eder.
Üçüncü Şua: Hallâkiyet-i İlâhiye ve Faaliyet-i Rabbaniye içindeki sırr-ı Kayyûmiyetin bir derece inkişafına işaret eden mukaddemelerin birincisi; zaman seylinde mütemadiyen çalkanan ve göz açtırmadan, nefes aldırmadan âlem-i şehadetten âlem-i gayba gönderilen bu mahlûkatın bu hayret verici seyahat ve seyranı, üç mühim şubeye ayrılan hadsiz ve nihayetsiz bir hikmetten ileri geliyor.
Birinci şubesi: Fâaliyetin herbir nev'i, cüz'i olsun küllî olsun, bir lezzeti netice vermesi sırrıyla-tabirde hata olmasın-Zât-ı Hayy-ı Kayyûm'da bulunan bir aşk-ı lâhûtinin ve bir muhabbet-i kudsiyenin ve bir lezzet-i mukaddesenin şuunatı, hadsiz fâaliyetle ve nihayetsiz Hallâkiyetle kâinatı mütemadiyen tazelendirip çalkalandırdığını...
İkinci Şubesi: Herbir cemâl ve hüner sahibi, kendi cemâlini ve hünerini sevmesi ve teşhir edip ilân etmesi kaidesiyle Cemil-i Zülkemâlin binbir
Esmâ-i Hüsna'sından herbir isminin herbir mertebesinde hadsiz enva-ı hüsün ile hadsiz hakaik-i cemile bulunmasındandır ki, o aşk-ı mukaddese-i İlâhiye, o sırr-ı Kayyûmiyete binaen kâinatı mütemadiyen değiştirip tazelendirdiğini...
Üçüncü Şubesi; hem Dördüncü Şua: Her merhamet ve şefkat sahibi ve her âlicenap olan zât, başkalarını memnun ve mesrur etmekten, sevindirip mes'ud etmekten lezzet alması ve her âdil zât, ihkak-ı hak etmekten keyiflenmesi ve her hüner sahibi san'atkâr, yaptığı san'atını teşhir etmekten ve san'atının istediği tarzda işleyerek arzu ettiği neticeleri vermesiyle iftihar etmesi kaidelerine binaen, bu kâinatın Sâni-i Hakîm'i, binbir Esmâ-i Hüsna'sının had ve nihayeti olmayan güzelliklerine bu mevcudatı mazhar etmek için bu kâinatı böyle acip bir hallâkiyet-i daime ve hayret-engiz bir fâaliyet-i sermediye içinde sırr-ı Kayyûmiyet ile mütemadiyen tazelendirip tecdit ettiğini pek garip, pek şirin, pek latif, gayet hoş bir ifade ile izah ediyor. Ve bir kısım ehl-i dalâletin, "Kâinatı böyle tağyir ve tebdil eden Zât'ın, kendisinin de mütegayyir ve mütehavvil olması lâzım gelmez mi?" diye sordukları suale; bilâkis Zât-ı Zülcelâlin mütegayyir ve mütehavvil olmaması lâzım geldiğini gayet kat'i bir surette beyan eden bir cevapla mukabele edilmiştir.
Beşinci Şua: "İki Mesele"dir.
Birinci mesele: İsm-i Kayyûm'un cilve-i âzamına baktırmak için, hayâli iki dürbünden biriyle, en uzaklarda esir maddesi içinde sırr-ı Kayyûmiyetle durdurulmuş; kısmen tahrik, kısmen tespit edilmiş milyonlar azametli cirmleri ve diğer dürbünle zihayat mahlûkat-ı arzıyenin zerrat-ı vücudiyelerinin vaziyet ve hareketlerini temaşa ettirir.
keyfiyat ve ahvalinde binler silsilelerin uçları وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ اْلاَمْرُ كُلُّهُ 1 işaretiyle sırr-ı Kayyûmiyete bağlı bulunduğunu iş'âr eder.
Üçüncü Şua: Hallâkiyet-i İlâhiye ve Faaliyet-i Rabbaniye içindeki sırr-ı Kayyûmiyetin bir derece inkişafına işaret eden mukaddemelerin birincisi; zaman seylinde mütemadiyen çalkanan ve göz açtırmadan, nefes aldırmadan âlem-i şehadetten âlem-i gayba gönderilen bu mahlûkatın bu hayret verici seyahat ve seyranı, üç mühim şubeye ayrılan hadsiz ve nihayetsiz bir hikmetten ileri geliyor.
Birinci şubesi: Fâaliyetin herbir nev'i, cüz'i olsun küllî olsun, bir lezzeti netice vermesi sırrıyla-tabirde hata olmasın-Zât-ı Hayy-ı Kayyûm'da bulunan bir aşk-ı lâhûtinin ve bir muhabbet-i kudsiyenin ve bir lezzet-i mukaddesenin şuunatı, hadsiz fâaliyetle ve nihayetsiz Hallâkiyetle kâinatı mütemadiyen tazelendirip çalkalandırdığını...
İkinci Şubesi: Herbir cemâl ve hüner sahibi, kendi cemâlini ve hünerini sevmesi ve teşhir edip ilân etmesi kaidesiyle Cemil-i Zülkemâlin binbir
Esmâ-i Hüsna'sından herbir isminin herbir mertebesinde hadsiz enva-ı hüsün ile hadsiz hakaik-i cemile bulunmasındandır ki, o aşk-ı mukaddese-i İlâhiye, o sırr-ı Kayyûmiyete binaen kâinatı mütemadiyen değiştirip tazelendirdiğini...
Üçüncü Şubesi; hem Dördüncü Şua: Her merhamet ve şefkat sahibi ve her âlicenap olan zât, başkalarını memnun ve mesrur etmekten, sevindirip mes'ud etmekten lezzet alması ve her âdil zât, ihkak-ı hak etmekten keyiflenmesi ve her hüner sahibi san'atkâr, yaptığı san'atını teşhir etmekten ve san'atının istediği tarzda işleyerek arzu ettiği neticeleri vermesiyle iftihar etmesi kaidelerine binaen, bu kâinatın Sâni-i Hakîm'i, binbir Esmâ-i Hüsna'sının had ve nihayeti olmayan güzelliklerine bu mevcudatı mazhar etmek için bu kâinatı böyle acip bir hallâkiyet-i daime ve hayret-engiz bir fâaliyet-i sermediye içinde sırr-ı Kayyûmiyet ile mütemadiyen tazelendirip tecdit ettiğini pek garip, pek şirin, pek latif, gayet hoş bir ifade ile izah ediyor. Ve bir kısım ehl-i dalâletin, "Kâinatı böyle tağyir ve tebdil eden Zât'ın, kendisinin de mütegayyir ve mütehavvil olması lâzım gelmez mi?" diye sordukları suale; bilâkis Zât-ı Zülcelâlin mütegayyir ve mütehavvil olmaması lâzım geldiğini gayet kat'i bir surette beyan eden bir cevapla mukabele edilmiştir.
Beşinci Şua: "İki Mesele"dir.
Birinci mesele: İsm-i Kayyûm'un cilve-i âzamına baktırmak için, hayâli iki dürbünden biriyle, en uzaklarda esir maddesi içinde sırr-ı Kayyûmiyetle durdurulmuş; kısmen tahrik, kısmen tespit edilmiş milyonlar azametli cirmleri ve diğer dürbünle zihayat mahlûkat-ı arzıyenin zerrat-ı vücudiyelerinin vaziyet ve hareketlerini temaşa ettirir.