ettiği gibi, nazm-ı lâfız değildir. Abdülkahir-i Cürcanî, Delailü'l-İ'câz ve Esrarü'l-Belâğa'da yüzden fazla sayfayı onların münazarasına hasretmiştir. Zira bu münazaraya kadar hubb-u lâfız onlarda müzmin bir hastalık hâline gelmişti.
Nazm-ı maânî, kelimeler arasına nahvî mânâların yerleştirilmesinden ibarettir. Yani garip nakışları elde etmek için harfî (tâlî) mânâları kelimeler arasında eritmektir.
İm'ân-ı nazarla bakıldığında görülür ki, efkâr ve hissiyatın mecrâ-yı tabiîsi nazm-ı maânîdir. Nazm-ı maânî ise kavânîn-i mantıkla müşeyyeddir. Mantığın üslûbu ise, fikir onunla hakikatlere teselsül ederek ulaşır. Hakikatlere ulaşan fikir ise, dekâik-i mâhiyata ve nispetlerine nüfuz eder. Mahiyatın nispetleri ise, nizam-ı ekmelin rabıtalarıdır, bağlarıdır. Nizam-ı ekmel de, her bir hüsnün membaı olan hüsn-ü mücerredin sadefidir. Hüsn-ü mücerret ise, letâif ve mezâyâ denilen belâgat çiçeklerinin cennetidir. O çiçekli cennet ise, fıtrata perestiş eden ve büleğa denilen bülbüllerin tecevvül ve tenezzüh ettikleri yerdir. Bülbüllerin tatlı ve lâtif nağamâtı da, nazm-ı maânînin borularından intişar eden ruhanî sedânın takti'inden mütevellittir.
Elhasıl: Sâni'in fasih ve beliğ olarak inşa ve inşad ettiği kâinat, belâgatin şahikasındadır. Onun her bir sureti ve her bir nev'i—içinde mündemiç olan nizamın şehadetiyle—Kudret'in mu'cizelerinden bir mu'cizedir. Binaenaleyh sözün seviyesi, vakide câri olan keyfiyetin seviyesinde olur ve nazmı onun nizamına
ettiği gibi, nazm-ı lâfız değildir. Abdülkahir-i Cürcanî, Delailü'l-İ'câz ve Esrarü'l-Belâğa'da yüzden fazla sayfayı onların münazarasına hasretmiştir. Zira bu münazaraya kadar hubb-u lâfız onlarda müzmin bir hastalık hâline gelmişti.
Nazm-ı maânî, kelimeler arasına nahvî mânâların yerleştirilmesinden ibarettir. Yani garip nakışları elde etmek için harfî (tâlî) mânâları kelimeler arasında eritmektir.
İm'ân-ı nazarla bakıldığında görülür ki, efkâr ve hissiyatın mecrâ-yı tabiîsi nazm-ı maânîdir. Nazm-ı maânî ise kavânîn-i mantıkla müşeyyeddir. Mantığın üslûbu ise, fikir onunla hakikatlere teselsül ederek ulaşır. Hakikatlere ulaşan fikir ise, dekâik-i mâhiyata ve nispetlerine nüfuz eder. Mahiyatın nispetleri ise, nizam-ı ekmelin rabıtalarıdır, bağlarıdır. Nizam-ı ekmel de, her bir hüsnün membaı olan hüsn-ü mücerredin sadefidir. Hüsn-ü mücerret ise, letâif ve mezâyâ denilen belâgat çiçeklerinin cennetidir. O çiçekli cennet ise, fıtrata perestiş eden ve büleğa denilen bülbüllerin tecevvül ve tenezzüh ettikleri yerdir. Bülbüllerin tatlı ve lâtif nağamâtı da, nazm-ı maânînin borularından intişar eden ruhanî sedânın takti'inden mütevellittir.
Elhasıl: Sâni'in fasih ve beliğ olarak inşa ve inşad ettiği kâinat, belâgatin şahikasındadır. Onun her bir sureti ve her bir nev'i—içinde mündemiç olan nizamın şehadetiyle—Kudret'in mu'cizelerinden bir mu'cizedir. Binaenaleyh sözün seviyesi, vakide câri olan keyfiyetin seviyesinde olur ve nazmı onun nizamına