Üçüncü delil: وَالْحِكَمُ الْقَصْدِيَّةُ الْعَامَّةُ 'dir.
Yani, bütün kâinattaki hallâkıyet ve faaliyette ve tebeddülât ve ihyâ ve tavzifat ve terhisatta bütün masnuâtın her biri ve her bir taifenin tesadüf imkânı olmayan öyle kastî ve bilerek takılan hikmetleri ve faideleri ve vazifeleri var. Ve görüyoruz ki, ihâtalı bir ilmi bulunmayan, hiçbir cihette, hiçbirisine icad noktasında sahip çıkamaz.
Meselâ, hadsiz zîhayattan bir insanın yüz cihazatından bir tek cihazı olan lisanı, bir et parçası iken, iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, faidelere âlet oluyor. Taamların zevkindeki vazifesi, ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber vermek ve rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler vazifesinde kalbe ve ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak, elbette gayet parlak ve kat'î bir surette, ihatalı ilme delâlet ve şehadet eder. bir tek dil, hikmetleri ve meyveleriyle böyle delâlet etse, hadsiz lisanlar ve hadsiz zîhayatlar, nihayetsiz masnuat, güneş zuhurunda ve gündüz kat'iyetinde, nihayetsiz bir ilme delâlet ve şehadet ve Allâmü'l-Guyûbun daire-i ilminden ve hikmetinden ve meşîetinden hariç hiçbir şey yoktur diye ilân ederler.
Dördüncü delil: وَالْعِنَايَاتُ الْمَخْصُوصَةُ الشَّامِلَةُ 'dir.
Yani, bütün zîhayat, zîşuur âleminde, her nev'e ve her ferde, hususî ve ona münasip ve umuma şâmil inayetler, şefkatler, himayetler, bedahet derecesinde ihatalı bir ilme delâlet ve o inayetlere mazhar olanları ve ihtiyaçlarını bilen bir Alîm-i İnayetkârın vücub-u vücuduna hadsiz şehadetler eder, demektir.
İHTAR: Risale-i Nur'un Hülâsatü'l-Hülâsasının zübdesi olan Arabî fıkradaki kelimelerin izahı ise, Kur'ân'dan tereşşuh eden Risale-i Nur'un,
Üçüncü delil: وَالْحِكَمُ الْقَصْدِيَّةُ الْعَامَّةُ 'dir.
Yani, bütün kâinattaki hallâkıyet ve faaliyette ve tebeddülât ve ihyâ ve tavzifat ve terhisatta bütün masnuâtın her biri ve her bir taifenin tesadüf imkânı olmayan öyle kastî ve bilerek takılan hikmetleri ve faideleri ve vazifeleri var. Ve görüyoruz ki, ihâtalı bir ilmi bulunmayan, hiçbir cihette, hiçbirisine icad noktasında sahip çıkamaz.
Meselâ, hadsiz zîhayattan bir insanın yüz cihazatından bir tek cihazı olan lisanı, bir et parçası iken, iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, faidelere âlet oluyor. Taamların zevkindeki vazifesi, ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber vermek ve rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler vazifesinde kalbe ve ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak, elbette gayet parlak ve kat'î bir surette, ihatalı ilme delâlet ve şehadet eder. bir tek dil, hikmetleri ve meyveleriyle böyle delâlet etse, hadsiz lisanlar ve hadsiz zîhayatlar, nihayetsiz masnuat, güneş zuhurunda ve gündüz kat'iyetinde, nihayetsiz bir ilme delâlet ve şehadet ve Allâmü'l-Guyûbun daire-i ilminden ve hikmetinden ve meşîetinden hariç hiçbir şey yoktur diye ilân ederler.
Dördüncü delil: وَالْعِنَايَاتُ الْمَخْصُوصَةُ الشَّامِلَةُ 'dir.
Yani, bütün zîhayat, zîşuur âleminde, her nev'e ve her ferde, hususî ve ona münasip ve umuma şâmil inayetler, şefkatler, himayetler, bedahet derecesinde ihatalı bir ilme delâlet ve o inayetlere mazhar olanları ve ihtiyaçlarını bilen bir Alîm-i İnayetkârın vücub-u vücuduna hadsiz şehadetler eder, demektir.
İHTAR: Risale-i Nur'un Hülâsatü'l-Hülâsasının zübdesi olan Arabî fıkradaki kelimelerin izahı ise, Kur'ân'dan tereşşuh eden Risale-i Nur'un,