Şualar

Şualar, Sualin Birinci Şıkkı, 55. sayfadasınız.

huveynâtı ve bin defa küre-i arzdan büyük olan yıldızları ve güneşleri, o mizanın ve o terazinin vezniyle ve ölçüsüyle tartılır ve onlara lâzım olan herşeyleri noksansız verilir. Ve o küçücük mahlûklar, o fevkalâde büyük masnularla beraber, o mizan-ı adâlet karşısında omuz omuzadırlar. Halbuki, o büyüklerden öyleleri var ki, eğer bir saniye kadar muvazenesini kaybetse, muvazene-i âlemi bozacak ve bir kıyameti koparacak kadar bir tesir yapabilir.
Hem sen gel, bu intizam, nezafet, mizanın içinde bu fevkalâde câzibedar cemâle ve güzelliğe bak ki, bu koca kâinatı gayet güzel bir bayram ve gayet süslü bir meşher ve çiçekleri yeni açılmış bir bahar şeklini vermiş. Ve koca baharı, gayet güzel bir saksı, bir gül destesi yapmış ki, her bahara, zeminin yüzünde mevsim be mevsim açılan yüzbinler nakışlı bir muhteşem çiçek suretini vermiş. Ve o baharda herbir çiçeği çeşit çeşit zinetlerle güzelleştirmiş.
Evet, nihayet derecede hüsün ve cemâlleri bulunan Esmâ-i Hüsnânın güzel cilveleriyle kâinatın herbir nev'i, hattâ herbir ferdi, kàbiliyetine göre öyle bir hüsne mazhar olmuşlar ki, Hüccetü'l-İslâm İmam-ı Gazâlî demiş:
لَيسَ فِى اْلاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ Yani, "Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî, daha güzel yoktur."
İşte, bu muhit ve câzibedar olan hüsün ve bu umumî ve hârikulâde nezafet ve bu müstevlî ve şümullü ve gayet hassas mizan ve bu ihatalı ve her cihetle mu'cizâne intizam ve insicam, vahdete ve tevhide öyle bir hüccettir, bir alâmettir ki, gündüzün ortasındaki ziyanın güneşe işaretinden daha parlaktır.
Bu makama ait gayet mühim iki şıklı bir suâle gayet muhtasar ve kuvvetli bir cevaptır.
Suâlin Birinci Şıkkı
Bu makamda diyorsun ki: "Kâinatı hüsün ve cemâl ve güzellik ve adalet ihata etmiştir. Halbuki, gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musibetlere ve hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?"

huveynâtı ve bin defa küre-i arzdan büyük olan yıldızları ve güneşleri, o mizanın ve o terazinin vezniyle ve ölçüsüyle tartılır ve onlara lâzım olan herşeyleri noksansız verilir. Ve o küçücük mahlûklar, o fevkalâde büyük masnularla beraber, o mizan-ı adâlet karşısında omuz omuzadırlar. Halbuki, o büyüklerden öyleleri var ki, eğer bir saniye kadar muvazenesini kaybetse, muvazene-i âlemi bozacak ve bir kıyameti koparacak kadar bir tesir yapabilir. Hem sen gel, bu intizam, nezafet, mizanın içinde bu fevkalâde câzibedar cemâle ve güzelliğe bak ki, bu koca kâinatı gayet güzel bir bayram ve gayet süslü bir meşher ve çiçekleri yeni açılmış bir bahar şeklini vermiş. Ve koca baharı, gayet güzel bir saksı, bir gül destesi yapmış ki, her bahara, zeminin yüzünde mevsim be mevsim açılan yüzbinler nakışlı bir muhteşem çiçek suretini vermiş. Ve o baharda herbir çiçeği çeşit çeşit zinetlerle güzelleştirmiş. Evet, nihayet derecede hüsün ve cemâlleri bulunan Esmâ-i Hüsnânın güzel cilveleriyle kâinatın herbir nev'i, hattâ herbir ferdi, kàbiliyetine göre öyle bir hüsne mazhar olmuşlar ki, Hüccetü'l-İslâm İmam-ı Gazâlî demiş: لَيسَ فِى اْلاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ Yani, "Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî, daha güzel yoktur." İşte, bu muhit ve câzibedar olan hüsün ve bu umumî ve hârikulâde nezafet ve bu müstevlî ve şümullü ve gayet hassas mizan ve bu ihatalı ve her cihetle mu'cizâne intizam ve insicam, vahdete ve tevhide öyle bir hüccettir, bir alâmettir ki, gündüzün ortasındaki ziyanın güneşe işaretinden daha parlaktır. Bu makama ait gayet mühim iki şıklı bir suâle gayet muhtasar ve kuvvetli bir cevaptır. Suâlin Birinci Şıkkı Bu makamda diyorsun ki: "Kâinatı hüsün ve cemâl ve güzellik ve adalet ihata etmiştir. Halbuki, gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musibetlere ve hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?"