Şualar

Şualar, Üçüncü Makam, 53. sayfadasınız.

Üçüncü Makam
Bu makam, tevhidin üç küllî alâmetini icmalen beyan edecek.
 Vahdetin tahakkukuna ve vücuduna delâlet eden deliller ve alâmetler ve hüccetler had ve hesaba gelmez. Onlardan binler burhanlar Sirâcü'n-Nur'da tafsilen beyan edildiğinden, bu Üçüncü Makamda yalnız üç küllî hüccetlerin icmalen beyanıyla iktifa edildi.
BİRİNCİ ALÂMET VE HÜCCET ki, وَحْدَهُ 1 kelimesi onun neticesidir.
Her şeyde bir vahdet var. Vahdet ise, bir vâhide delâlet ve işaret eder. Evet, vâhid bir eser, bilbedahe vâhid bir sâniden sudur eder. Bir, elbette birden gelir. Her şeyde bir birlik bulunduğundan, elbette birtek zâtın eseri ve san'atı olduğunu gösterir.
Evet, bu kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir. Belki esmâ ve ef'âl-i umumiye-i İlâhiyenin adedince vahdetleri giymiş birtek insan-ı ekberdir. Belki, envâ-ı mahlûkat sayısınca dallarına vahdetler, birlikler asılmış bir şecere-i tûbâ-i hilkattir.
Evet, kâinatın idaresi bir ve tedbiri bir ve saltanatı bir ve sikkesi bir, bir, bir, bir, tâ bin bir bir birler kadar...
Hem bu kâinatı çeviren isimler ve fiiller bir iken, her biri kâinatı veya ekserisini ihata eder. Yani, içinde işleyen hikmeti bir ve inayeti bir ve tanzimatı bir ve iaşesi bir ve muhtaçlarının imdatlarına koşan rahmet bir ve o rahmetin bir şerbetçisi olan yağmur bir—ve hâkeza, bir, bir, bir, tâ binler bir birler...
Hem bu kâinatın sobası olan güneş bir, lâmbası olan kamer bir, aşçısı olan ateş bir, levazımat deposu ve hazineli direği olan dağ bir, sakacı ve sucusu bir ve bağları sulayan süngeri bir—ve hâkeza, bir, bir, bir, tâ bin bir birler kadar...

Üçüncü Makam Bu makam, tevhidin üç küllî alâmetini icmalen beyan edecek.  Vahdetin tahakkukuna ve vücuduna delâlet eden deliller ve alâmetler ve hüccetler had ve hesaba gelmez. Onlardan binler burhanlar Sirâcü'n-Nur'da tafsilen beyan edildiğinden, bu Üçüncü Makamda yalnız üç küllî hüccetlerin icmalen beyanıyla iktifa edildi. BİRİNCİ ALÂMET VE HÜCCET ki, وَحْدَهُ 1 kelimesi onun neticesidir. Her şeyde bir vahdet var. Vahdet ise, bir vâhide delâlet ve işaret eder. Evet, vâhid bir eser, bilbedahe vâhid bir sâniden sudur eder. Bir, elbette birden gelir. Her şeyde bir birlik bulunduğundan, elbette birtek zâtın eseri ve san'atı olduğunu gösterir. Evet, bu kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir. Belki esmâ ve ef'âl-i umumiye-i İlâhiyenin adedince vahdetleri giymiş birtek insan-ı ekberdir. Belki, envâ-ı mahlûkat sayısınca dallarına vahdetler, birlikler asılmış bir şecere-i tûbâ-i hilkattir. Evet, kâinatın idaresi bir ve tedbiri bir ve saltanatı bir ve sikkesi bir, bir, bir, bir, tâ bin bir bir birler kadar... Hem bu kâinatı çeviren isimler ve fiiller bir iken, her biri kâinatı veya ekserisini ihata eder. Yani, içinde işleyen hikmeti bir ve inayeti bir ve tanzimatı bir ve iaşesi bir ve muhtaçlarının imdatlarına koşan rahmet bir ve o rahmetin bir şerbetçisi olan yağmur bir—ve hâkeza, bir, bir, bir, tâ binler bir birler... Hem bu kâinatın sobası olan güneş bir, lâmbası olan kamer bir, aşçısı olan ateş bir, levazımat deposu ve hazineli direği olan dağ bir, sakacı ve sucusu bir ve bağları sulayan süngeri bir—ve hâkeza, bir, bir, bir, tâ bin bir birler kadar...