Hulâsa; ölüm firak değil, visaldir, tebdil-i mekândır. Bâki bir meyveyi sümbül vermektir.
Beşinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye:.... 107
Yine bir vakit hayatım çok ağır şerâit ile sarsıldı. Ve nazar-ı dikkatimi ömre ve hayata çevirdi; gördüm ki, ömrüm koşarak gidiyor; âhirete yakınlaşmış hayatım dahi tazyikat altında sönmeye yüz tutmuş. Halbuki "Hayy" ismine dair risalede izah edilen hayatın mühim vazifeleri ve büyük meziyetleri ve kıymettar faydaları, böyle çabuk sönmeye değil, belki uzun yaşamaya lâyıktır diye müteellimane düşünürken yine üstadım olan حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 1 âyetine müracaat ettim. Dedi: "Sana hayatı veren Zât-ı Hayy-ı Kayyûma göre hayata bak!" Ben de baktım, gördüm ki: Hayatımın bana bakması bir ise, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm'a bakması yüzdür. Bana ait neticesi bir ise, Hâlıkıma ait bindir. Şu halde, marziye-i İlahî dairesinde bir an yaşaması kâfidir, uzun zaman istemez.
Bu hakikat dört mesele ile beyan edilmiştir. Ölü olmayanlar veyahut diri olmak isteyenler hayatın mahiyetini ve hakikatını ve hakikî hukukunu o dört mesele içinde arasınlar, bulsunlar ve dirilsinler.
Bu hakikatın hülasası şudur ki: Hayat Zât-ı Hayy-ı Kayyûma baktıkça ve iman dahi hayata hayat ve ruh oldukça, hem bekà bulur, hem bâki meyveler verir. Hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini alır; daha ömrün kısa ve uzunluğuna bakılmaz.
Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye:.... 111
Müfârakat-ı umumiye hengâmı olan harab-ı dünyadan haber veren âhirzaman hâdisatı içinde müfârakat-ı hususiyemi ihtar eden ihtiyarlık ve âhir ömrümde bir hassasiyet-i fevkalâde ile fıtratımdaki cemâl-perestlik ve güzellik sevdası ve kemâlata meftuniyet hisleri inkişaf ettikleri bir zamanda daimî tahribatçı olan zeval ve fena ve mütemadî tefrik edici olan mevt ve adem, dehşetli bir surette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlûkatı hırpaladığını, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu fevkalade bir şuur ve teessürle gördüm. Fıtratımdaki aşk-ı mecâzi bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda bir medar-ı teselli bulmak için yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: "Beni oku ve dikkatle mânâma bak!" Ben de, Sûre-i Nur'daki 2 اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ ilâ âhir... âyetinin rasathanesine girip imanın dürbünüyle Âyet-i Hasbiyenin en uzak tabakalarına ve şuur-u imanî hurdebini ile en ince esrarına baktım, gördüm: Nasıl ki, aynalar, şişeler, şeffaf şeyler, hatta kabarcıklar güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemâlini ve o ziyanın elvan-ı seb'a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar ve teceddüt ve teharrükleriyle ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle ve inkisaratlariyle o cemali ve o güzellikleri tazelendiriyorlar ve in
Hulâsa; ölüm firak değil, visaldir, tebdil-i mekândır. Bâki bir meyveyi sümbül vermektir.
Beşinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye:.... 107
Yine bir vakit hayatım çok ağır şerâit ile sarsıldı. Ve nazar-ı dikkatimi ömre ve hayata çevirdi; gördüm ki, ömrüm koşarak gidiyor; âhirete yakınlaşmış hayatım dahi tazyikat altında sönmeye yüz tutmuş. Halbuki "Hayy" ismine dair risalede izah edilen hayatın mühim vazifeleri ve büyük meziyetleri ve kıymettar faydaları, böyle çabuk sönmeye değil, belki uzun yaşamaya lâyıktır diye müteellimane düşünürken yine üstadım olan حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 1 âyetine müracaat ettim. Dedi: "Sana hayatı veren Zât-ı Hayy-ı Kayyûma göre hayata bak!" Ben de baktım, gördüm ki: Hayatımın bana bakması bir ise, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm'a bakması yüzdür. Bana ait neticesi bir ise, Hâlıkıma ait bindir. Şu halde, marziye-i İlahî dairesinde bir an yaşaması kâfidir, uzun zaman istemez.
Bu hakikat dört mesele ile beyan edilmiştir. Ölü olmayanlar veyahut diri olmak isteyenler hayatın mahiyetini ve hakikatını ve hakikî hukukunu o dört mesele içinde arasınlar, bulsunlar ve dirilsinler.
Bu hakikatın hülasası şudur ki: Hayat Zât-ı Hayy-ı Kayyûma baktıkça ve iman dahi hayata hayat ve ruh oldukça, hem bekà bulur, hem bâki meyveler verir. Hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini alır; daha ömrün kısa ve uzunluğuna bakılmaz.
Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye:.... 111
Müfârakat-ı umumiye hengâmı olan harab-ı dünyadan haber veren âhirzaman hâdisatı içinde müfârakat-ı hususiyemi ihtar eden ihtiyarlık ve âhir ömrümde bir hassasiyet-i fevkalâde ile fıtratımdaki cemâl-perestlik ve güzellik sevdası ve kemâlata meftuniyet hisleri inkişaf ettikleri bir zamanda daimî tahribatçı olan zeval ve fena ve mütemadî tefrik edici olan mevt ve adem, dehşetli bir surette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlûkatı hırpaladığını, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu fevkalade bir şuur ve teessürle gördüm. Fıtratımdaki aşk-ı mecâzi bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda bir medar-ı teselli bulmak için yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: "Beni oku ve dikkatle mânâma bak!" Ben de, Sûre-i Nur'daki 2 اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ ilâ âhir... âyetinin rasathanesine girip imanın dürbünüyle Âyet-i Hasbiyenin en uzak tabakalarına ve şuur-u imanî hurdebini ile en ince esrarına baktım, gördüm: Nasıl ki, aynalar, şişeler, şeffaf şeyler, hatta kabarcıklar güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemâlini ve o ziyanın elvan-ı seb'a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar ve teceddüt ve teharrükleriyle ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle ve inkisaratlariyle o cemali ve o güzellikleri tazelendiriyorlar ve in