Şualar

Şualar, Fihrist, 942. sayfadasınız.

sonra Kur'ân'ımızdan ve mukaddes kitaplardan ve melâikelerden, sonra kâinattan sorup, herbirinden aldığı mânevî cevaplarla tam bir dersi o hapislere, bu Yedinci Meselede gayet güzel olarak bildirmiş ve tam izah etmiştir.
Sekizinci mesele:.... 294
Bu meselenin üssü'l-esası âhirete imandır. Bu meseleyi, Üstadımız, daire daire içinde gayet güzel misâllerle izah etmiş ki, buna karşı hiçbir dinsizin ve hiçbir filozofun itirazına meydan bırakmamıştır. Hülâsa olarak, gayet kısa işaretlerle bu hakikatların hakikatını şu Fihriste'ye bir nebzecik yazıyoruz.
Bu meselenin birinci meyvesi: İnsan sâir hayvanâta muhalif olarak, hanesiyle alakadar olduğu gibi, dünya ile alakadardır ve akàribiyle münasebettâr olduğu gibi nev-i beşer ile de ciddî ve fıtrî olarak münâsebettârdır. Ve dünyada muvakkat bekàsını arzuladığı gibi bir dâr-ı ebedîde bekàsını aşk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur. Ve öyle arzuları ve matlabları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor.
İkinci meyvesi ve hayat-ı şahsiyeye bakan bir faydası: Her insanın her zaman düşündüğü en ehemmiyetli endişesi, mezaristana giden kendi dostları ve akrabaları gibi kendisinin de o idamhâneye girmesi keyfiyetidir. Bir tek dostu için ruhunu feda eden o biçare insanın binler, belki milyonlar, belki milyarlar dostlarının ebedî bir müfarakat içinde idam olduklarını tevehhüm edip, Cehennem azabından beter bir elemi düşünürken, birden âhirete iman geldi, o insanın gözünü açtırdı ve perdeyi gözünden kaldırdı, baktırdı. O da o imanla baktı. O dostlarını ebedî ölümlerden ve çürümelerden kurtulmuş, mesrûrâne ve nûrânî bir âlemde onu bekliyorlar vaziyetinde müşahede etti. Ve Cennet lezzetinden haber veren bir lezzet-i nurâniyeyi o müşâhede ile aldı.
Üçüncü faydası: İnsanın sâir zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve yüksek seciyeleri ve cem'iyetli istidatları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücûdî dâireleri itibariyle üstünlüğüdür. Halbuki o insan hem mâdum, hem ölü, hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış ve gayet kısa bir zaman olan hazır zamanın mikyasıyla ve ölçüsüyle; hamiyeti, muhabbeti, kardeşliği ve insaniyeti gibi seciyeler alır.
Meselâ, eskiden tanımadığı ve ayrıldıktan sonra da hiç göremeyeceği babasını, kardeşini, karısını, milletini, vatanını sever, hizmet eder. Ve bu hususta tam sadâkate ve ihlâsa nâdiren muvaffak olabilir. Ve o nispette kemâlatı ve seciyeleri küçülür. Değil hayvanların en ulvisi, belki akıl cihetiyle baş aşağı en biçaresi ve en aşağısı olmak gibi bir vaziyete düşeceği sırada âhirete iman imdadına yetişir. Mezar gibi dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan pek geniş zamana çevirir. Ve dünya kadar, belki ezelden ebede kadar bir dâire-i vücud gösterir. Babasını dâr-ı saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve kardeşini tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve karısını Cennette dahi

sonra Kur'ân'ımızdan ve mukaddes kitaplardan ve melâikelerden, sonra kâinattan sorup, herbirinden aldığı mânevî cevaplarla tam bir dersi o hapislere, bu Yedinci Meselede gayet güzel olarak bildirmiş ve tam izah etmiştir. Sekizinci mesele:.... 294 Bu meselenin üssü'l-esası âhirete imandır. Bu meseleyi, Üstadımız, daire daire içinde gayet güzel misâllerle izah etmiş ki, buna karşı hiçbir dinsizin ve hiçbir filozofun itirazına meydan bırakmamıştır. Hülâsa olarak, gayet kısa işaretlerle bu hakikatların hakikatını şu Fihriste'ye bir nebzecik yazıyoruz. Bu meselenin birinci meyvesi: İnsan sâir hayvanâta muhalif olarak, hanesiyle alakadar olduğu gibi, dünya ile alakadardır ve akàribiyle münasebettâr olduğu gibi nev-i beşer ile de ciddî ve fıtrî olarak münâsebettârdır. Ve dünyada muvakkat bekàsını arzuladığı gibi bir dâr-ı ebedîde bekàsını aşk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur. Ve öyle arzuları ve matlabları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor. İkinci meyvesi ve hayat-ı şahsiyeye bakan bir faydası: Her insanın her zaman düşündüğü en ehemmiyetli endişesi, mezaristana giden kendi dostları ve akrabaları gibi kendisinin de o idamhâneye girmesi keyfiyetidir. Bir tek dostu için ruhunu feda eden o biçare insanın binler, belki milyonlar, belki milyarlar dostlarının ebedî bir müfarakat içinde idam olduklarını tevehhüm edip, Cehennem azabından beter bir elemi düşünürken, birden âhirete iman geldi, o insanın gözünü açtırdı ve perdeyi gözünden kaldırdı, baktırdı. O da o imanla baktı. O dostlarını ebedî ölümlerden ve çürümelerden kurtulmuş, mesrûrâne ve nûrânî bir âlemde onu bekliyorlar vaziyetinde müşahede etti. Ve Cennet lezzetinden haber veren bir lezzet-i nurâniyeyi o müşâhede ile aldı. Üçüncü faydası: İnsanın sâir zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve yüksek seciyeleri ve cem'iyetli istidatları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücûdî dâireleri itibariyle üstünlüğüdür. Halbuki o insan hem mâdum, hem ölü, hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış ve gayet kısa bir zaman olan hazır zamanın mikyasıyla ve ölçüsüyle; hamiyeti, muhabbeti, kardeşliği ve insaniyeti gibi seciyeler alır. Meselâ, eskiden tanımadığı ve ayrıldıktan sonra da hiç göremeyeceği babasını, kardeşini, karısını, milletini, vatanını sever, hizmet eder. Ve bu hususta tam sadâkate ve ihlâsa nâdiren muvaffak olabilir. Ve o nispette kemâlatı ve seciyeleri küçülür. Değil hayvanların en ulvisi, belki akıl cihetiyle baş aşağı en biçaresi ve en aşağısı olmak gibi bir vaziyete düşeceği sırada âhirete iman imdadına yetişir. Mezar gibi dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan pek geniş zamana çevirir. Ve dünya kadar, belki ezelden ebede kadar bir dâire-i vücud gösterir. Babasını dâr-ı saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve kardeşini tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve karısını Cennette dahi