Şualar

Şualar, Fihrist, 943. sayfadasınız.

en güzel bir refika-i hayatı olduğunu bilmesi haysiyetiyle sever ve onlara merhamet eder, hürmet eder, yardım eder.
Dördüncü faydası: İnsanın hayat-ı içtimâiyesine bakar.
Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler. Yoksa, elim endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle o çocuğun ve ileride uzun arzuları taşıyan küçük dimağında ve zayıf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki; hayatı ve aklı o biçâreye âlet-i azap ve işkence edeceği zamanda, âhiret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der: "Bu kardeşim veya arkadaşım öldü. Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyif eder, gezer. Ve vâlidem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cennette kucağına alıp sevecek. Ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim" diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.
Hem insanın bir rub'unu teşkil eden ihtiyarlar; yakında hayatlarının sönmesine ve toprağa girmelerine ve sevimli dünyalarının kapanmasına karşı teselliyi, ancak ve ancak âhirete imanda bulabilirler. Yoksa o merhametli muhterem babalar ve fedakâr şefkatli analar, öyle bir vâveylâ-i rûhî ve öyle bir dağdağa-i kalbi çekeceklerdi ki, dünya onlara me'yusane bir zindan ve hayat işkenceli bir azap olacaktı. Fakat, âhirete iman onlara der: "Merak etmeyiniz. Sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek ve gayet parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizi bekliyor. Zâyi ettiğiniz evlâd ve akrabalarınızla sevinçlerle görüşeceksiniz" diye iman-ı âhiret onlara öyle bir teselli ve inşirah verir ki; herbirinin yüz ihtiyarlık birden başlarına toplansa onları me'yus etmez.
Hem nev-i insanın üçden birisini teşkil eden gençler, galeyanda olan hevesatlarına mağlûp ve her vakit başlarına alamadıkları cür'etkâr akıllarıyla âhirete imanı kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimâiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti bozulur. Bazan, bir dakika lezzet için mes'ud bir hanenin saadetini mahveder. Canavar bir hayvan hükmüne geçer.
Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. "Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar, fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâl'in melâikeleri beni görüyorlar, fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim, vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım" der, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat ve bir merhamet beslemeye başlar.
Hülâsa, bu hakikatların hayat-ı içtimâiyeye âit bir nümunesi şudur ki: Eğer iman-ı âhiret bir şehirde ve o büyük aile efradında hükmetmezse; güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rızâ-yı İlâhi, sevâb-ı uhrevî yerine; garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannû, riyâ, rüşvet, al

en güzel bir refika-i hayatı olduğunu bilmesi haysiyetiyle sever ve onlara merhamet eder, hürmet eder, yardım eder. Dördüncü faydası: İnsanın hayat-ı içtimâiyesine bakar. Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler. Yoksa, elim endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle o çocuğun ve ileride uzun arzuları taşıyan küçük dimağında ve zayıf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki; hayatı ve aklı o biçâreye âlet-i azap ve işkence edeceği zamanda, âhiret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der: "Bu kardeşim veya arkadaşım öldü. Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyif eder, gezer. Ve vâlidem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cennette kucağına alıp sevecek. Ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim" diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir. Hem insanın bir rub'unu teşkil eden ihtiyarlar; yakında hayatlarının sönmesine ve toprağa girmelerine ve sevimli dünyalarının kapanmasına karşı teselliyi, ancak ve ancak âhirete imanda bulabilirler. Yoksa o merhametli muhterem babalar ve fedakâr şefkatli analar, öyle bir vâveylâ-i rûhî ve öyle bir dağdağa-i kalbi çekeceklerdi ki, dünya onlara me'yusane bir zindan ve hayat işkenceli bir azap olacaktı. Fakat, âhirete iman onlara der: "Merak etmeyiniz. Sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek ve gayet parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizi bekliyor. Zâyi ettiğiniz evlâd ve akrabalarınızla sevinçlerle görüşeceksiniz" diye iman-ı âhiret onlara öyle bir teselli ve inşirah verir ki; herbirinin yüz ihtiyarlık birden başlarına toplansa onları me'yus etmez. Hem nev-i insanın üçden birisini teşkil eden gençler, galeyanda olan hevesatlarına mağlûp ve her vakit başlarına alamadıkları cür'etkâr akıllarıyla âhirete imanı kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimâiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti bozulur. Bazan, bir dakika lezzet için mes'ud bir hanenin saadetini mahveder. Canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. "Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar, fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâl'in melâikeleri beni görüyorlar, fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim, vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım" der, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat ve bir merhamet beslemeye başlar. Hülâsa, bu hakikatların hayat-ı içtimâiyeye âit bir nümunesi şudur ki: Eğer iman-ı âhiret bir şehirde ve o büyük aile efradında hükmetmezse; güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rızâ-yı İlâhi, sevâb-ı uhrevî yerine; garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannû, riyâ, rüşvet, al