Şualar

Şualar, Fihrist, 944. sayfadasınız.

datmak gibi haller meydan alır. Zâhirî âsâyiş ve insaniyet altında anarşistlik ve vahşet mânâları hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir. Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kaviler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar.
Buna kıyâsen, memleket dahi bir hânedir ve vatan dahi bir millî ailenin hânesidir. Eğer iman-ı âhiret bu geniş hânelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddi merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyâsız ihsan ve fazilet ve enâniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişâfa başlarlar. Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak." Kur'ân dersiyle temkin verir. Gençlere der: "Cehennem var sarhoşluğu bırak." Akıllarına başlarına getirir. Zâlime der: "Şiddetli azap var, tokat yiyeceksin." Adalete başını eğdirir. İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmaya çalış" deyip ağlamasını gülmeye çevirir. Bunlara kıyâsen cüz'î ve küllî herbir tâifede hüsn-ü tesirini gösterir, ışıklandırır.
Dokuzuncu mesele:.... 311
Üstadımızın mânen ruhuna gelen iman hakkında bir sualin cevabıdır. Şöyle ki:
"Neden cüz'î bir hakikat-ı imaniyeyi inkâr eden kâfir oluyor ve kabul etmeyen Müslüman olmaz. Halbuki, Allah'a ve âhirete iman bir güneş gibidir, o karanlığı izale etmesi lâzımdır. Hem neden bir rükün ve hakikat-ı imâniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü mutlaka düşer ve kabul etmeyen İslâmiyetten çıkar? Halbuki, sâir erkân-ı imaniyeye imanı varsa onu küfr-ü mutlaktan kurtarmak lâzım geliyor" suallerine cevaplarını Üstadımız
اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَۤا اُنْزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ * 1
ilâ âhir.. âyetine müracaatla, gayet muhtasar, fakat şümullü bir şekilde "Üç Nokta"da beyan etmiştir.
Onuncu mesele:.... 319
Tekrarât-ı Kur'âniyenin bir hikmetini beyanla ehl-i dalâletin gafletini ve zehirli evhamlarını izale eden bu küçücük, nurlu çiçeği, Üstadımız gayet hasta ve perişan ve gıdasız bir halde iken, iki gün içinde Ramazan'da, mecburiyetle gayet mücmel ve kısa bir cümlede, pek çok hakikatler ve müteaddit hüccetleri dercetmişlerdir. Şöyle ki:
Kur'ân-ı Azîmü'ş-Şân'ın, her asra, her tabakaya hitap ederek taze nazil olmuş gibi bir hususiyeti olduğunu ve bilhassa çok tekrar ile اَلظَّالِمِينَ.. اَلظَّالِمِينَ .. deyip zalimleri tehditleri ve o zalimlerin zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı ile, bu asrın emsalsiz zulümlerine kavm-i Âd ve Nemrud ve Firâvun'un başlarına gelen azaplar ile baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imana, İbrahim ve Musâ Aleyhisselâmlar gibi enbiyânın necâtlarıyla tesellî veriyor.

datmak gibi haller meydan alır. Zâhirî âsâyiş ve insaniyet altında anarşistlik ve vahşet mânâları hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir. Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kaviler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar. Buna kıyâsen, memleket dahi bir hânedir ve vatan dahi bir millî ailenin hânesidir. Eğer iman-ı âhiret bu geniş hânelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddi merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyâsız ihsan ve fazilet ve enâniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişâfa başlarlar. Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak." Kur'ân dersiyle temkin verir. Gençlere der: "Cehennem var sarhoşluğu bırak." Akıllarına başlarına getirir. Zâlime der: "Şiddetli azap var, tokat yiyeceksin." Adalete başını eğdirir. İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmaya çalış" deyip ağlamasını gülmeye çevirir. Bunlara kıyâsen cüz'î ve küllî herbir tâifede hüsn-ü tesirini gösterir, ışıklandırır. Dokuzuncu mesele:.... 311 Üstadımızın mânen ruhuna gelen iman hakkında bir sualin cevabıdır. Şöyle ki: "Neden cüz'î bir hakikat-ı imaniyeyi inkâr eden kâfir oluyor ve kabul etmeyen Müslüman olmaz. Halbuki, Allah'a ve âhirete iman bir güneş gibidir, o karanlığı izale etmesi lâzımdır. Hem neden bir rükün ve hakikat-ı imâniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü mutlaka düşer ve kabul etmeyen İslâmiyetten çıkar? Halbuki, sâir erkân-ı imaniyeye imanı varsa onu küfr-ü mutlaktan kurtarmak lâzım geliyor" suallerine cevaplarını Üstadımız اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَۤا اُنْزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ * 1 ilâ âhir.. âyetine müracaatla, gayet muhtasar, fakat şümullü bir şekilde "Üç Nokta"da beyan etmiştir. Onuncu mesele:.... 319 Tekrarât-ı Kur'âniyenin bir hikmetini beyanla ehl-i dalâletin gafletini ve zehirli evhamlarını izale eden bu küçücük, nurlu çiçeği, Üstadımız gayet hasta ve perişan ve gıdasız bir halde iken, iki gün içinde Ramazan'da, mecburiyetle gayet mücmel ve kısa bir cümlede, pek çok hakikatler ve müteaddit hüccetleri dercetmişlerdir. Şöyle ki: Kur'ân-ı Azîmü'ş-Şân'ın, her asra, her tabakaya hitap ederek taze nazil olmuş gibi bir hususiyeti olduğunu ve bilhassa çok tekrar ile اَلظَّالِمِينَ.. اَلظَّالِمِينَ .. deyip zalimleri tehditleri ve o zalimlerin zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı ile, bu asrın emsalsiz zulümlerine kavm-i Âd ve Nemrud ve Firâvun'un başlarına gelen azaplar ile baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imana, İbrahim ve Musâ Aleyhisselâmlar gibi enbiyânın necâtlarıyla tesellî veriyor.