"Birgün duada, 'Yâ Rabbî! Cebrâil, Mikâil, Azrâil, İsrâfil hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin şerlerinden muhafaza eyle' meâlinde duayı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrâil nâmını zikrettiğim vakit gayet tesellidâr ve sevimli bir hâlet hissettim. "Elhamdülillâh" dedim. Azrâil'i cidden sevmeye başladım ve çünkü insanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu ziyandan ve fenâdan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslim etmek derin bir sevinç verdiğini kat'i hissettim. Ve o anda insanın amelini yazan melekler hatırıma geldi. Baktım, aynen bu meyve gibi çok tatlı meyveleri var. Her insan kıymetli fiilini bâkileştirmek için iştiyakla kitâbet ve şiir, hattâ sinema ile hıfzına çalışır. Hususan, o fiillerin Cennette bâki meyveleri bulunsa, daha ziyade merak eder. Kirâmen Kâtibin insanın omuzlarında durup onları yazması, ebedî manzaralarda göstermek için muhafaza etmesi ve sahiplerine daimî mükâfat kazandırması bana o kadar şirin geldi ki, tarif edemem" diye, Üstadımızın şu meseledeki derin görüşlerinin kudsiyetini göstermek için ellerine Fihriste anahtarını takdim ediyoruz.
Emirdağ
Nur Talebeleri
Her asırda, her devirde imana ve Kur'ân'a ve İslâmiyete hizmet eden nurânî, mübarek şahsiyetler gelmişler. Bunların karşısına Nemrudlardan, Firavunlardan, Ebu Cehillerden birer tanesi çıkmış, musallat olmuşlar. Vazife-i diniyelerine set çekmeye çalışmışlar. Bu asırda da Nur'ların ve şakirtlerinin takip ettikleri kudsi hizmet-i imaniye ve Kur'âniyeye mason ve komünist ve zındıka güruhları sistemli bir şekilde gayet dessâsâne hilelerle bütün maddî ve mânevî kuvvetlerini ortaya dökerek çalışmışlar. Risale-i Nur'un müellifi olan ve mübarek ve iman ve Kur'ân abidesi olan Üstadımızı, talebeleriyle birlikte hapislere, zindanlara, menfâlara atarak, onlara, hiçbir asırda emsali görülmemiş işkenceleri, hatta vahşi ve canavarca zulümleri hiç çekinmeyerek yapagelmişler. Üstadımıza,—hayatına son vermek için—defalarca zehir vermişler. İhtilâttan men ederek, şahsî nüfuzunu kırmak için çeşitli yalan ve iftiralar, bir çok kulp takmakla hükûmeti iğfal ederek, hem Üstadımızı, hem Nur talebelerini zindanlara sokturmuşlar. Ellerindeki risaleleri mahzenlere attırmışlarHaşiye Hattâ hapishane içerisinde bile rahat bırakmamışlar. Hususi planlarla içlerine hafiyeler bırakılarak Üstaddan ve Risale-i Nur'dan soğutmaya çalışmışlar. Bilhassa Afyon hapsinde, Üstadımızı kışın en şiddetli günlerinde gayr-ı muntazam bir odada, taban tahtalarının birbirinden bir-iki santim ayrılıklı olan ve pencereleri de tam kavuşmadığı için açık kalan yerlerinde camların bir buçuk-iki milim buz tutmasıyla beraber, bazen de yağan karlar, tipi ve yağmurlar içeriye dolan bir odada birkaç gün sobasız, mangalsız ve bazı zamanlarda da gıdasız bırakıldığı gibi zehir de verilerek ölümü beklenilmiştir. Gayet ihtiyar, zayıf ve hasta olan mübarek Üstadın yanına hiçbir talebesi ve hizmetçileri bırkılmamış, saklı ve gizli olarak yanına çıkan
"Birgün duada, 'Yâ Rabbî! Cebrâil, Mikâil, Azrâil, İsrâfil hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin şerlerinden muhafaza eyle' meâlinde duayı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrâil nâmını zikrettiğim vakit gayet tesellidâr ve sevimli bir hâlet hissettim. "Elhamdülillâh" dedim. Azrâil'i cidden sevmeye başladım ve çünkü insanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu ziyandan ve fenâdan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslim etmek derin bir sevinç verdiğini kat'i hissettim. Ve o anda insanın amelini yazan melekler hatırıma geldi. Baktım, aynen bu meyve gibi çok tatlı meyveleri var. Her insan kıymetli fiilini bâkileştirmek için iştiyakla kitâbet ve şiir, hattâ sinema ile hıfzına çalışır. Hususan, o fiillerin Cennette bâki meyveleri bulunsa, daha ziyade merak eder. Kirâmen Kâtibin insanın omuzlarında durup onları yazması, ebedî manzaralarda göstermek için muhafaza etmesi ve sahiplerine daimî mükâfat kazandırması bana o kadar şirin geldi ki, tarif edemem" diye, Üstadımızın şu meseledeki derin görüşlerinin kudsiyetini göstermek için ellerine Fihriste anahtarını takdim ediyoruz.
Emirdağ
Nur Talebeleri
Her asırda, her devirde imana ve Kur'ân'a ve İslâmiyete hizmet eden nurânî, mübarek şahsiyetler gelmişler. Bunların karşısına Nemrudlardan, Firavunlardan, Ebu Cehillerden birer tanesi çıkmış, musallat olmuşlar. Vazife-i diniyelerine set çekmeye çalışmışlar. Bu asırda da Nur'ların ve şakirtlerinin takip ettikleri kudsi hizmet-i imaniye ve Kur'âniyeye mason ve komünist ve zındıka güruhları sistemli bir şekilde gayet dessâsâne hilelerle bütün maddî ve mânevî kuvvetlerini ortaya dökerek çalışmışlar. Risale-i Nur'un müellifi olan ve mübarek ve iman ve Kur'ân abidesi olan Üstadımızı, talebeleriyle birlikte hapislere, zindanlara, menfâlara atarak, onlara, hiçbir asırda emsali görülmemiş işkenceleri, hatta vahşi ve canavarca zulümleri hiç çekinmeyerek yapagelmişler. Üstadımıza,—hayatına son vermek için—defalarca zehir vermişler. İhtilâttan men ederek, şahsî nüfuzunu kırmak için çeşitli yalan ve iftiralar, bir çok kulp takmakla hükûmeti iğfal ederek, hem Üstadımızı, hem Nur talebelerini zindanlara sokturmuşlar. Ellerindeki risaleleri mahzenlere attırmışlarHaşiye Hattâ hapishane içerisinde bile rahat bırakmamışlar. Hususi planlarla içlerine hafiyeler bırakılarak Üstaddan ve Risale-i Nur'dan soğutmaya çalışmışlar. Bilhassa Afyon hapsinde, Üstadımızı kışın en şiddetli günlerinde gayr-ı muntazam bir odada, taban tahtalarının birbirinden bir-iki santim ayrılıklı olan ve pencereleri de tam kavuşmadığı için açık kalan yerlerinde camların bir buçuk-iki milim buz tutmasıyla beraber, bazen de yağan karlar, tipi ve yağmurlar içeriye dolan bir odada birkaç gün sobasız, mangalsız ve bazı zamanlarda da gıdasız bırakıldığı gibi zehir de verilerek ölümü beklenilmiştir. Gayet ihtiyar, zayıf ve hasta olan mübarek Üstadın yanına hiçbir talebesi ve hizmetçileri bırkılmamış, saklı ve gizli olarak yanına çıkan